Filistin ve Gazze meselesi, Erdoğan’ın siyasal uzmanlık alanıdır. Üzerine daha fazla konuşma yaptığı bir başka uluslararası problem yoktur. Sadece konuşma değil; kendi iktidar döneminde de Türkiye’nin öteden beri sürdürdüğü Filistin’e yardım geleneğini devam ettirerek yakınlığın esirgememiştir. Ancak, zaman içerisinde kullandığı yüksek perdeden dil, İsrail’e bazen aşırı yakın bazen aşırı uzak tutum ve en nihayet Türkiye’yi Arap ülkelerinin tamamından daha güçlü ve etkili görme iddiası, doğal olarak son Gazze katliamında Ankara’dan beklentileri artırdı.
Beklenti de stresi artırdı.
Türkiye, ya İsrail’e söz geçirerek ya da bu ülkeyi ABD ve Avrupalı müttefikleri üzerinden zorlayarak katliamı durdurmak gibi bir misyon üstlenmeliydi. Ya da en azından bu yöndeki girişimlerin içinde olması beklenirdi. Erdoğan bunu istedi de… Ancak, ne İsrail bu kapıyı açtı ne de ABD ve Avrupa. Daha tatsız olanı ise, İslam ve Arap dünyasının önde gelen ülkeleri de Türkiye ile birlikte oyun kurmak istemediler. Türkiye de onları oyuna zorlayamadı…
Böylelikle, bizden habersiz bölgede kuş uçmadığı veya İslam dünyasının umudu olduğumuz veyahut da Batı’nın bizden ürktüğü için adımlarını dikkatli attığı gibi heyecan verici cümleler değer kaybetti. Durumun pek öyle olmadığı ve Türkiye önemli bir ülke olmakta birlikte diplomatik kapasite kullanımının yetersiz olduğu görüldü. Gayret ve hassasiyet gösterildiğine şüphe yok ama bir denklem üretemedik, bir denklemin de parçası olamadık.
Birbirini tekrar eden tepki cümlelerine mahkum olmak da işte bu verimsizliği anlatıyor. Gazze konusunda birşeyler yapılmaması tek başına Türkiye’nin suçu değildir. Sahip olduğu destek yüzünden İsrail’i katliamdan geri çevirmek de kolay değildir.
Ama Türkiye’nin sorunu, istese de bazı şeyleri yapamayacak durumda olmasıdır.
Peki neden böyle?
Birinci neden, Türkiye’nin diplomaside ittifak kurma gücünün yıllar içerisinde azalması ve zayıflamasıdır. Hatırlanacağı gibi bir dönem aşırı coşkulu “dünyaya ayar verme” dönemi yaşamıştık. Herkese posta koyuyor ve kendi sesimizin gücüyle ortalığı titretiyorduk, kimlere ne demiyorduk. O “güzel” günlerde içeride çok eğlendik. Gelin görün ki o hamaset günleri Türkiye’yi dünyada yalnızlaştırdı. Diplomaside birlikte hareket edebileceğimiz ülkelerin sayısı azalttı. En nihayet Gazze meselesi ortaya çıktığında birlikte hareket edecek veya ortak girişimin parçası olabileceğimiz ülke bulamadık. Batı’da durum böyle…
İkinci neden, özellikle körfez ülkeleri üzerinde tesir gücümüzün bulunmamasıdır. Bazılarıyla uzun kavga döneminin ardından yeniden dostluk talep ettiğimiz bu ülkelerle aramızda finansal orantısızlık ileri düzeyde bulunuyor. Kredi, swap ve yatırım talep eden taraftayız ve bu da bilhassa Suud ve BAE gibi ülkeler üzerindeki etkimizin kaybolmasına; hatta tersine dönmesine yol açtı. Mısır dahil bu ülkelerin İsrail’e karşı tepkinin aşırıya gitmemesi politikası bizi de etkisi altına aldı. Yakın bölgemizde de durum böyle…
Yani, kısa süre öncesine kadar hamasetle ve büyük bir coşkuyla dış politikaya verilen zarar ile gerçeklerden uzak politikalar eşliğinde ekonomiye indirilen darbe Türkiye’yi kaçınılmaz olarak çaresiz bıraktı. Dost kaybetmenin ve ekonomik krizde olmanın sonuçları vardır; ilk ciddi diplomatik sınav olan Gazze’de de gördüğümüz budur.