Ülkelerin uluslararası ilişkilerdeki kazanım ve kayıplarını ölüm kalım retoriğinden çıkarıp uzun vadede avantajı korumak en doğru yöntemdir.
Soğukkanlılık, sabır ve diplomatik tavır bunun için önemlidir. Hamaset, coşku ve slogan bu yüzden zararlıdır. Bir noktadan sonra yönetemezsiniz, izah edemezsiniz ve en kötüsü de sözlerin esiri olmaktan kurtulamazsınız.
Türkiye dış politikada bu temel kuralları koruyabilmiş olsaydı bugün Moskova Mutabakatı üzerinde yapılan tartışmalar izlediğimiz şekilde gelişmezdi. Meselenin iki taraf eliyle de bu kadar yanlış istikamette büyütülmesine gerek olmazdı. Sözgelimi, hem 2018 Soçi Mutabakatı”nı hem de 5 Mart Moskova ateşkesini; ikisini birden zafer olarak görmek mümkün değildir. Zira ikincide şartlar aleyhimize gelişmiştir. Bununla birlikte İdlib’te art arda şehitler verirken bunu sürdürmek yerine ortamın yatışmasına yönelik bir tutum izlemek de isabetli olmuştur. Neticede Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda taahhüt vermiş bir ülke olarak başka seçeneğimiz de yoktu.
İçerideki hamasi sözlerle kıyaslarsak Moskova başarısızdır ama gerçekleri dikkate alırsak doğru ve gerekli bir anlaşmadır. Türkiye, İdlib’teki varlığını korumuş ve bu vesileyle daha önceki üç operasyon bölgesindeki statüsünün devamını aksatacak bir söz vermemiştir. Beraberinde, Rusya ve Esad rejimi de orada yapmaya niyetli olduğu şeyi; yani İdlib’in “terörist” tabir ettikleri güçlerden temizlenmesi faaliyetini sürdürmeye devam edecektir. Esasen, baştan beri sürdürdüğü politikaları aksamadan sürecektir. Bu arada, Türkiye ve Rusya birbirlerinin gücünü ve etkisini test etmiş iki taraf da anlayacağını anlamıştır. İçeriğinden bağımsız olarak iki ülkenin yaşanan sarsıcı gerilimin ardından bir anlaşma yapabilmiş olması önemliydi, bu olmuştur. Metinde, 2018 Soçi sınırlarına çekilmek dahil Ankara’nın istedikleri yoktur ama kabul edelim ki bu saatten sonra Rusya’nın buna rıza göstermesi de ihtimal dışıydı.
Şimdi toz bulutu indi ve iki önemli husus öne çıktı…
Birincisi Suriye’nin toprak bütünlüğüne dair sözümüzün tazelenmesidir. Kesin ve net olarak… Bu haliyle, eğer Türkiye’yi rahatsız edecek bir gelişme olmazsa Esad’ın önü açılmıştır. Bir başka deyişle Putin, bitkisel hayatta olan ve baştan beri Esad’a çalışan Astana ruhunu diriltmiştir.
İkincisi ise göçmen problemine vurgu yapılmasına rağmen bu büyük meselenin hala belirsizliğini korumasıdır. Toprak bütünlüğü hususu ne kadar kesin ise, başta İdlib halkı olmak üzere göçmen konusu o kadar belirsizdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1,5 milyonu sınıra dayanmış 4 milyon göçmen adayı bulunduğunu söyledi. Türkiye’de 4 milyona yakın Suriyeli var, üç operasyon bölgesinde bir şekilde sorumluluğunu taşıdığımız 5 milyon civarında insan ve ilaveten İdlib’teki büyük nüfus… Hepsinin statüsü ve geleceği belirsizdir. Görünen o ki Türkiye’nin bu saatten sonra Suriye politikasını daha yoğun olarak göçmen meselesine odaklaması zarureti vardır. Yeni göç alamayacağımıza göre hiç olmazsa Suriye’de yerleşik ama rahatsız milyonların yerlerinde kalmasını sağlamak gerekiyor. Ne Soçi, ne Moskova ne de diğer zirveler bu meseleyi çözemediği gibi büyümesine de mani olamadı. Oysa iç politikamızın da dış politikamızın da bundan daha önemli dosyası yoktur.
Soçi uygulanamadı ama Moskova’nın ayakta kalması, devamında da acilen göçmen temalı zirve ve toplantıların başlaması hayrımıza olur. Böylelikle gerçeklerle yaşamayı da öğrenmiş oluruz.