Kendimizi bu topraklarda bildik bileli, en yakın miladı Tanzimat olmak üzere medeniyet istikametinde bazen iştahlı bazen cılız; bazen planlı bazen de gelişigüzel bir yürüyüşümüz var. Bu topraklara geliş maksadımız dahi esasen bu yürüyüşün eseridir. Osmanlı’nın yıkılışı ve Cumhuriyet’in kuruluşu da bu çabayı devam ettirir.
Çok şeyler yaptık, çoklarını da yapamadık. Birçok sahada adım attık elbette ama muasır medeniyet seviyesinin 20 ve 21. yüzyıldaki akıl almaz sürati karşısında attığımız her adım maksadı hasıl ettirmedi. Bu sürat sebebiyledir ki kendimizle yarışta pek çok zaferimiz olmakla birlikte milletler ailesinde aynı neticeye ulaşamadık. Sanayiyi, teknolojiyi, uçağı, arabayı, makinayı, silahı, tıbbi yenilikleri, bilgisayarı, dijital devrimi; şimdi de yapay zekayı keşfeden ve üreten ülkelerle aramızdaki mesafe kapanmadı. Eğitim, kültür, sanat, edebiyat, müzik, sinema, mimari, spor vesairede de sıralama aynıdır. Artık malum ki, yaratıcılık, üretkenlik, icat kabiliyeti ve elbette sermaye birikimine sahip olan ve olmayan milletlerin yarışında hep aynı netice mukadderdir.
Yakalamak arzusunda olduğumuz medeniyetin gerek şartları sadece sanayi, icat ve sermaye değildir. Bütün bunların temelinde ve hepsinin ortaya çıkmasını ve gelişmesini mümkün kılan beşeri sermaye hukuktur. Bireylerin ve milletlerin kabiliyetleri ancak hukukun üstünlüğü zemininde ortaya çıkar. Bilim, sanat, üretkenlik, tasarruf ve sermaye korku, endişe ve gelecek kaygısının olmadığı ortamlarda gelişir. Bu münasebet Batı’da da geçerlidir ve İslam dünyasının nisbeten pırıtlılı dönemlerinde de…
Batı dünyası ilerlerken bizde ne oluyordu peki?
Yarışta geri kalmak kalıcı hal aldıktan sonra, meselenin temellerini sorgulamak yerine bitmek tükenmek bilmeyen komplo teorileri bütün coğrafyamızı esir aldı. Bugün de aynı halet-i ruhiye hüküm sürüyor… ‘Aslında herşeyin iyisini hak ettiğimiz halde, bir oyunla herşeyi elimizden aldılar’ şeklinde özetlenebilecek ve arkasına eklenen bir dizi senaryo… Yarış ve rekabet gerçeğini ve o yarışın gereklerini ıskalayan anlayış böylelikle zihinlere yerleşti. Gerçeği hatırlatmaya kalkanların ya hain ya da işbirlikçi damgası yemesi de bu yüzdendir. Geri kalmışlık, gelişememe, üretememe de gerçeği reddetmenin eseridir. Eseridir ama gel de anlat, gel de ikna et!
Oysa, biz dahil gelişme arzusu taşıyan bütün milletler sanayi ve teknoloji yarışında geri kalmış olmakla birlikte birer hukuk ve demokrasi devleti olabilirlerdi. Hepsi de ‘türlü türlü oyunlara, karanlık planlara’ rağmen temel hakların ve özgürlükler yarışında ilerleyebilirdi. Uçak yapmamıza engel olanlar herhalde adil olmamıza mani olamazdı! Ve o vakit, büyük bir millet olmanın temel şartı yerine geldikten sonra tablo bambaşka olabilirdi. Ne yazık ki sanayiden, teknolojiden, internetten, dijitalden önce bu olamadı… Hepsinden önce hukuku keşfedemedik, hür düşünceyi icat edemedik…
Ve esasen, zannettiğimizin aksine daha zor olan teknolojiyi üretmek değil hukuku tesis etmektir. Bir hukuk devleti, bir hukuk toplumu olabilmektir. Bu zor yolu atlayıp final oynamaya çalışırken daha ilk turlarda elendiğimizi farkedemedik…