Mesut Özil’in Almanya milli takımını bırakma kararı ve bu karara giden yolda yaşananlar tartışılıyor. Konunun gündemden düşmek yerine giderek alevlenmesi de Özil’in kariyerinin gücünü gösteriyor. Başarılı bir futbolcu olması bir yana, aldığı kararın Almanya’da içten içe yaşanan ötekileştirme ya da farklı olanı sevememe, benimseyememe problemine dokunduğu anlaşılıyor. Almanya için çabası ve imza attığı büyük başarıları göz önünde olan bir isim bile bu sorunu yaşıyorsa varın gerisini düşünün, dedirten bir öyküyü herkese anlatmış oldu.
Esasen, Özil’i milli takımdan ayrılmaya götüren şey, marjinallerin veya neofaşistlerin tepkileri değildi. Süreci tetikleyenler, sistem içinde bulunan ve futbolcunun bir hata yapmasını bekleyen ya da kendilerince hata olarak yorumlanabilecek bir eylem için fırsat kollayanların tavırları oldu. Almanya’da marjinal milliyetçilik ve ırkçılık elbette var ama Mesut Özil’in yaşadığı sorun bunlardan daha önemli bir kesimin; yani makul çoğunluğun ötekiyle sınavını geçememesi gerçeğidir. Dolayısıyla, bunu aşabilmek için sadece ırkçılıkla mücadele yetmiyor. Ve elbette Almanlar’ın öncelikle de bunu alışılması gereken bir problem olarak görmeleri gerekiyor.
Ortada, Almanya için hiç iyi hatırlanmayacak bir tablo olduğu açık… Bütün olarak entegrasyon politikalarının itibarı da ağır bir darbe almış bulunuyor. Özil gibi, çocukluktan bu ülkede yetişen, gelişen, üzerine yatırım yapılan ve en sonunda da en iyi kariyere ulaşan bir oyuncunun o noktada duramaması bir uyum fiyaskosudur. “Mesut dayanamadıysa, bu çarka kim dayanabilir?” dedirten bir manzara var ortada…
***
Bununla birlikte Almanya kamuoyu, siyasi elitleri hatta medyası bütün bu sancılı tartışmayı çok sesli götürmeyi başarıyor. Kararı destekleyenler ve haksızlık yapıldığını kabul edenler bir yanda, geç bile kaldığını düşünüp çoktan bırakması gerektiğini söyleyenler başka bir yanda konuşuyor. ‘Mesut kim oluyor da milli takımı reddediyor’ gibi bir hakim görüş herkesi tek ses olmaya zorlamadı. Hep beraber ona haddini bildirelim kampanyası da olmadı. Aynı partiden aynı gazeteden farklı görüşler rahatlıkla ifade edilebildi. Hiçbir görüş birbirini takip etmek ve birbirine katılmak zorunda bırakılmadı. En sonunda Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas da şöyle dedi:
“Özil’in Alman millî takımını bırakması göç tartışmalarını tetikledi. Son yapılan tartışmalar ve ırkçı saldırıların sayısının artması Almanya için utanç verici bir durumdur. Bu tartışmalar Almanya’nın uluslararası itibarına zarar veriyor. Yaşanılan bu gelişmeler Almanya’da ırkçılığın yeniden yükseldiğini gösteriyor. Ülkemizde yaşayan yabancı kökenliler Almanya’da kendilerini tehdit altında görmemelidir. Bunun için hep birlikte daha hoşgörülü olmak için çok çalışmalıyız”
Eleştiri kadar özeleştiri yapabilmek özellikle ırkçı ve ötekileştirici akımlar karşısında çok önemlidir. Sonuçta bu ülkede 3 milyon civarında Türk kökenli insan ve toplamda da 19 milyona yakın göçmen yaşıyor. Nüfusu 82,5 milyon olan bir ülkede 19 milyon göçmen yaşıyor! Dolayısıyla, yapılacak bir hatanın bile bu insanların hayatını zorlaştıracağı ve bakanın dediği gibi ülkenin itibarını sarsacağı açıktır.
Sorunlar ne kadar derin ve ciddi olursa olsun her şeyden önemli olan onlarla açık ve özgür bir ifade gücüyle yüzleşebilmektir. Almanya için de böyle Türkiye için de… Her boyutu, her ihtimali kompleks yapmadan konuşup tartışmak bir toplumun kaybetmemesi gereken temel değerdir.