Suriye iç savaşının başından bugüne kadar Türkiye’nin üç hassasiyeti vardı ve ilki toprak bütünlüğünün korunmasıydı. Bu, esasen ikinci hassas politikamız olan Suriye’de bir Kürt devleti veya benzeri yapılanmanın kurulmamasının temel şartıydı. Toprak bütünlüğünün korunması ‘kimse sınırımızda veya sınırımıza yakın bir yerde devletleşmesin’ demekti. Üçüncü de şu anda 4 milyon civarına ulaşan Suriyeli göçmenin ilk fırsatta geri gönderilmesiydi. Bütün bu dilek, temenni ve hassasiyetlerimizin gerçekleşmesi için de Esad’ın iktidardan gitmesi gerekiyordu. Esad’ın gitmeyeceği anlaşıldıktan sonra Türkiye’nin Suriye üzerindeki tesiri en azından sınırlandı. Rusya ile kurulan yanlış ittifak da Türkiye’yi seçeneksiz ve endişe içinde bıraktı.
Önceki akşam Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, uzun uzun Suriye’de işgalci olmadığımızı anlattıktan sonra PYD/YPG konusunda “Rusların ve Amerikalıların sözlerini yerine getirmesini bekliyoruz” dedi. Birden çok tekrarladı bunu. O kadar işbirliği sözü, bu kadar mutabakattan sonra hâlâ Rusya ve ABD’yi en hassas olduğumuz konuda ikna edememiş olmak can sıkıcıdır. Bakan’ın bu sözleri, şu sıralar unutulmuş görünen Suriye meselesinde problemin büyümekte olduğuna işaret eder.
Suriye’de ne olup bittiği unutulmuş gibi olsa da Suriyeli göçmenler meselesi, seçim havasının da kızışmasıyla gündemin merkezine oturmuş bulunuyor. Zaten elimize yüzümüze bulaştırdığımız bir konuyu bir de seçim malzemesi olarak tartışarak çözümsüzlüğü ve gerilimi iyice garanti ediyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan iki haftada tavır değiştirdi; “Onları asla göndermeyeceğiz”den “Tabii ki göndereceğiz”e geldi. MHP lideri Bahçeli bayramlaşmaya gidenlerin geri gelmesine itiraz etti… Bunun üzerine İçişleri Bakanlığı hiç gecikmeden, bayramlaşmaya giden Suriyelilere yasak getirdi. Gündelik politikalar, yap-bozlar ve hatalar zinciri… Muhacir olarak bağrımıza basmakla övündüğümüz, ensarlığımızı anlata anlata bitiremediğimiz insanlara şimdi bayramı yasaklayacak hale geldik.
Türkiye’de sadece Suriyeliler değil başka milletlerden gelenlerle birlikte 6 milyon civarı göçmen, mülteci, sığınmacı, oturma izinli vb, yabancı var. Hepsinde yanlışlar oldu ama en büyük ve sistematik yanlışlar Suriyeli göçmenlere dair süreçlerde yapıldı. O çaresiz insanları kabul etmek hiç şüphesiz ahlaki ve insani bir gereklilikti. Bu insanı tavır Türkiye’nin itibarını artırdı. Ancak, Suriyelileri kabul ettikten sonra onlarla ne yapacağımızı bilememek ve bütün politikayı Esad’ın iktidardan gitmesi üzerine kurmak yanlışı bu insani davranışı sosyo ekonomik bir yüke dönüştürmüştür. Böyle olduğu için toplumun bazı kesimleri şimdi sebepsiz bir geri gönderme beklentisi içindedir. Erdoğan da önceki gün, “Güvenli ve huzurlu ortam oluştuktan sonra göçmenler dönecek” dedi. Böyle bir şey olmayacak. İki sebeple…
Bir. Göçmenler için huzurlu ve güvenli ortam demek, Esad’ın gitmesi ve bir daha da Esad ve benzeri bir yönetimin gelme ihtimalinin bulunmaması demektir. Esad varken veya Esad’ın devamı bir rejim ihtimali bulunurken kimse geri dönmez, dönenlerin de canını kimse garanti edemez.
İki. Bütün göçmenlik araştırmaları gösteriyor ki şartlar olgunlaşsa mültecilerin çok azı ayrıldıkları yere dönüyor. Mülteci olmanın tabiatı iltica edilen yerde kalmaktır. Hal böyleyken, bu insanları dışlayarak, ötekileştirerek gerilimi büyütmenin anlamı yoktur. Topluma da merak etmeyin yakında gidecekler, diye yanlış bilgi vermenin faydası yoktur.
Türkiye’nin önde gelen göç uzmanlarından Prof. Murat Erdoğan vakit kaybetmeden uyum politikaları geliştirmeyi öneriyor: “Dünyadaki göç hareketlerine bakıyoruz, Suriye’ye bakıyoruz, Türkiye’deki Suriyelilerin davranış şekillerine bakıyoruz. Suriyelilerin Türkiye’de kalıcı oldukları çok açık. Türk toplumu da bunun farkında. Bu saatten sonra bu süreci daha iyi yönetmeliyiz. Daha düzgün, insan onuruna uygun uyum politikaları uygulamalıyız. Uyum politikaları, Suriyeliler için uygulayacağımız uyum politikaları değil, aslında Türk toplumunun huzuru için uygulayacağımız bir politikadır.”
Bugüne kadar zincirleme yanlışlarla büyüyen bir meseleyi, hiç olmazsa bu saatten sonra gerçekçi şekilde ele alıp, yapmamız gerekenlere odaklanalım. Toplumsal gerilimi kaynağından önleyecek politikalara ağırlık verelim. Canlarını kurtarmak için ülkemize gelen insanlara düşmanlık yaparak, özellikle onlara nefret besleyenleri cesaretlendirmenin sosyal maliyetinin ağır olacağını unutmayalım. Bu yola insanlık uğruna çıktığımızı da…