Uzun süreli kriz rallisinin yeni durağı da gösteriyor ki Türkiye ile ABD arasında sanıldığı kadar ne stratejik bir işbirliği vardı ne de model ortaklık… Kamuoyları veya yönetici elitler kendisini iyi hissetsin diye bu içi boş kavramları kullanmanın da bir faydası olmadığı apaçık görüldü. Elde kalan ve zaten baştan beri de sadece tek var olan şey NATO müttefikliğidir. Türkiye liderlerinin ABD başkanlarıyla yaptığı ve çok önemsenen görüşmelerin protein değerinin ne kadar az olduğu da anlaşılıyor. Washington ile karşılıklı çıkarlar ve ortak fayda üzerine bir ilişki bina etmek her geçen gün zorlaşıyor. Bu o kadar ciddi bir seviyeye geldi ki ABD’nin yaptırım uyguladığı ülkeler listesine bakınca bu ülkenin Türkiye’nin stratejik önemine veya başka hangi gücümüze verdiği önemi de ölçmüş bulunuyoruz. Arada saygı olmadıktan sonra ilişkinin adı soyadı ne olursa olsun, manasızdır.
ABD’nin ve dünyanın başındaki sorumsuzluk ve politik çılgınlık gele gele iki bakanın yaptırım kapsamına alınmasına kadar ulaştı. Tabii ki kabul edilemez ama iki ülke ilişkilerinin bunu hak etmemesinden önce, Washington yönetiminin dünya politikasını bu kadar basit bir analize indirgemesi kabul edilemez. Pastör Andrew Brunson olayının perde arkasını bilmiyoruz ama her ne konuşulmuş veya konuşulmamışsa o krizin hiçbir şekilde bu noktaya varmaması gerekirdi. Varınca geride onarılması güç hasarlar kalır ve kalacak da…
ABD’nin elindeki gücü serbestçe kullanabilmesi bir politika değildir. Hem bir netice vermez hem de bir iki kullanımdan sonra üçüncüde işe yaramaz. Türkiye gibi bir ülke de hiçbir gerekçeyle kaybedilemez.
***
Öte yandan atılan her adım geride telafi edilmesi gereken problemler bırakıyor. Elbette, yaptırım kararı iki bakanı etkilemeyecektir. Ama bilhassa ekonomi ve diplomaside sıkıntı yaratacaktır. Yine de Türkiye’ye geri adım attıracak bir netice beklenmemeli. Bırakın Türkiye’yi en iddiasız ülke bile bu tabloda geriye doğru hareket edemez.
Asıl mesele dünya siyasetinin Trump döneminin eziyetini çekmeye devam edecek olmasıdır. Statükoyu değiştirmek adına ABD lehine orantısız bir statüko kurma hayali sanılanın aksine en çok müttefik ülkelere zarar verecektir. Avrupa bloku bu tedirginlikten payını almaya başladı, Türkiye de payını alıyor.
Yaşanan krizin pastör Brunson’la ilgili kısmı var elbette ama daha fazlası Trump politikasının sınır tanımaz tehditkarlığıyla ilgilidir. Mümkün olan veya olmayan herhangi birşeyi talep edip, ardından güç gösterme kolaycılığını yaşıyoruz. ABD hukuku tanımama, ittifak düzenini hiçe sayma ve uluslararası nezaketi önemsemememe avantajını sahaya yansıtıyor. Yaptırım silahını nükleer silaha karşı da sıradan adli bir olay vuku bulduğunda da kullanmak bunun göstergesidir.
Şimdi ortada ne stratejik davranışla açıklanabilecek bir ilişki hali ne de kimsenin örnek alabileceği model ortaklık durumu vardır. Yaşanan bu son krizin tek faydası iki ülke arasında retorikle yürüyen ama gerçekte tatsız tuzsuz ilişkilere çeki düzen verme fırsatını doğurmuş olmasıdır. Gösterişli isimler koymadan önce içeriğini, karşılıklı faydasını ve en başta da karşılıklı saygıyı inşa edene yeni bir ilişki kurmak için belki de bir fırsat doğmuştur. Hâlâ yürünecek bir yol kaldıysa…