Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Parlamenter demokrasi mazi oldu” dedi. Kesin ve iddialı bir cümle… Parlamenter sistem mazi oldu mu bilinmez ama başkanlık sistemi; özellikle bu haliyle atiye vasıl olabilecek mi belli değil. Eğer sistem bu sınırsız yetkilerle devam edecekse ülkenin toplam potansiyeli nereye gider, orası hiç belli değil. Mevcut halde parlamenter sistem mi yoksa demokrasi mi mazi olacak, orası da ayrı muamma…
Türkiye’nin iyi işlemeyen, verimlilik üretmeyen bir sistemi var ve dahası sistem derinleştikçe demokrasi eksilmektedir. “Bunlar daha iyi günleriniz” de bu gidişin sloganıdır. Daha kötüsü ne olabilir diye fikretmek ayrı bir mesele ve tedirgin edici ama Türkiye bu cümlenin hissettirdiği gibi iyi günlerden geçmiyor. Ekonomi, dış politika, eğitim ve bilhassa yargı sistemi bütün kriterlere göre alarm sinyali veriyor. Başkanlık sisteminin başlangıcından bugüne enflasyon, işsizlik, döviz kuru rakamları kıyas kabul etmez olumsuz değerlere gelmiş bulunuyor. Ülkenin dünya ligindeki itibarı, sayısı iyice azalan dostlar için bile kaygı konusu olmaktan çıkmak üzere. Çünkü, iyi niyetle endişe etmenin bile faydası olmuyor. Nasıl olsa biz bize yetiyoruz. Yetiyoruz ama nasıl? Daha yüksek maliyetle borçlanarak, bozulan ilişkileri onarmak için daha fazla taviz vererek ve her fırsatta içeride hukuku, demokrasiyi daha da zayıflatarak.
Cumhurbaşkanı’nın bir yandan muhalefeti ağır sözlerle hedef alıp öte yandan mesela umutsuz anayasa girişimi üzerinden yine aynı muhalefetten işbirliği bekleyen hali de işlerin yolunda gitmediğinin başka bir işaretidir. Çelişki ve kırılganlık her alanda barizdir.
Türkiye’nin yeni bir anayasa elbette ihtiyacı var ancak bu, yeni bir fırsat yaratıp Cumhurbaşkanı’na kıyıda köşede unutulmuş birkaç yetkiyi de vermek maksatlı olamaz. Milletin desteğini çekmeye başladığı başkanlık sistemini bir kez daha onaylayan ve tahkim eden bir metin zamanın ruhuna uygun olamaz. Cumhur ittifakının ise yeni bir anayasa çalışması yapabilmek için imkanı olsa da bunu Meclis’ten referanduma taşıyacak gücü yoktur. Hepsinden önemlisi, ittifakın yeni bir anayasa yapacak moral üstünlüğü bulunmamaktadır. Zira, Türkiye’nin bugün AK Parti-MHP ittifakından beklediği son şey yeni bir anayasadır. Toplum, daha birkaç yıl önce verdiği sınırsız yetkilerin iş, ekmek, hukuk, itibar, umut ve istikbal olarak gündelik hayata yansımasını beklemektedir. Ayrıca, beklentiler her gecen gün artmaktadır. Son günlerin alacakaranlık atmosferinin ürettiği sorulara verilemeyen cevaplar da listeye eklenmiştir.
Sorular ve sorunlar böyle dert olmamalıydı… Bilindiği gibi başkanlık sistemi, her şeyi bir çırpıda çözmek gibi inanılması güç vaatlerin eseriydi. “Verin yetkiyi görün etkiyi” denilmişti. Daha seçim dönemi bitmeden yeniden anayasa ve yeniden yetki talebi neyin nesidir? Üstelik bizatihi bu sistem ülkenin başına yeni problemler açmaya devam ederken…
Erdoğan, sahip olduğu yetkilerin ve bilhassa da bu yetkileri kullanma biçiminin artık sempatik karşılanmadığını, sistem üzerinde olduğu kadar toplum üzerinde de bir yüke dönüştüğünü görmelidir. Tek başına ve sınırsız yetki kullanmak konusunda aşırı bir özgüvene sahip olsa da bu model başarısızdır. Özgüvenine söz etmeyelim ama başkanlık sistemi zaten tabiatı gereği başarı üretememektedir. Her şeyle karar verebilir olmanın düşünüldüğü kadar iyi bir şey olmadığı da böylelikle görülmüştür. Bu yüzden, art arda açıklanan ve kısa sürede buharlaşıp giden reform paketleri de anlamsızdır. Çünkü, kaderi başkanın iki dudağına mahkum olan herhangi bir yenilik reform değildir, en fazla lütuftur.
Türkiye’nin yeni anayasa ihtiyacı vardır ama bu ihtiyacı geçiştirmeye ihtiyacı yoktur.