Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısır’ın darbeci lideri Sisi ile tokalaşması ve devamında görüşme arzusunu dile getirmesi izahı zor bir u dönüşüdür. Çünkü, Erdoğan’ın Sisi’ye karşı tutumu ve öfkesinin bir benzeri dış politika sınırları içerisinde pek görülmüş değildir. Erdoğan, bir yandan iç politikada işe yarayacağı için öte yandan Sisi’nin iktidarda uzun ömürlü olmayacağını varsaydığı için olabilecek en ağır ifadeleri kullandı. Bununla kalmadı, tepkisini darbe karşıtlığı prensibine ve Mısır yönetiminin infazlarından bahisle insan haklarına dayandırdı. Bütün bunları yaparken de kendisini, aşırı gitmemesi için ikaz edenleri ve iki ülke arasındaki ilişkilerin bu denli bozulmasının Türkiye’ye zarar vereceğini söyleyenleri de Sisi dostu ve hatta Sisi olmakla itham etti.
Erdoğan’ı ikaz edenler bugün haklı çıkmıştır. Herhangi bir siyaset meselesinde sadece iktidarın bakış açısının ve iktidar bilgisinin mutlak doğru olmadığı bir kez daha anlaşılmıştır. Bunu, dış politikadan güvenliğe, ekonomiden sosyal meselelere kadar birçok alanda daha önce de görmüştük. Mısır’la ilişkilerde de gördük. Bu yüzden Erdoğan’ın geri dönüşü ne “Siyasette küslük olmaz”la ne de “Dün dündür bugün bugündür” sözüyle açıklanabilir. Çünkü hepsinden önce böyle siyaset olmaz, dış politika hiç olmaz.
Nitekim, geri dönüş hamleleri sadece Mısır’la sınırlı değildir. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve İsrail’le başlayan bir geri dönüş dalgası yaşıyoruz. Hepsinin hikayesi de üç aşağı bir yukarı birbirine benzemektedir. İç politika malzemesi olarak kullanılan ağır bir tepki dilinin ardından sessiz sedasız iyi ilişki talebi… Sırada Mısır ve eş zamanlı olarak Suriye; yani yine bir “katil” ve “zalim” lider olan Esad var. Herşey de dünyanın gözü önünde oluyor ve iyi görünmüyor ne yazık ki. Zamanında ölçüsüz ve kural tanımaz bir öfkeyle bozulan ilişkileri, o sözler hiç söylenmemiş gibi geri kazanmaya çalışmak başka nasıl görünecekti?
Yine de meselemiz İsrail, BAE, Suud veya Mısır’a mecbur kalmanın yarattığı prestij kaybından ibaret değildir. Asıl mesele, Türkiye’nin gerçekte başı sonu ve hedefleri belli bir dış politikasının olmamasıdır. Dış politikası sayesinde güvenlik ve refah üretememesidir. Azerbaycan’ın doğal dostluğunu korumayı bir başarı saymazsak, Türkiye’nin bugün Katar ve Rusya dışında verimli ve güvene dayalı iyi ilişki kurabildiği ülke bulunmaktadır. Kurallı dış politika olmayınca iyi ilişkinin tanımı ve formu da belirsizleşmiştir. Mesela, Rusya ile ilişki Suriye’de ağır faturalar ödeme pahasına sürdürülen ve sonuçta iki ülke sarasında değil iki lider arasında gelişen pratikten ibarettir.
İç politika konjonktürüne ve seçime ayarlı diplomasi tercihleri sürdükçe Türkiye’nin ileri gidişleri-geri dönüşleri devam edecektir. Böylelikle son derece haklı olduğumuz dış politika dosyalarındaki avantaj kaybımız sürecektir. Son dönem politikalarındaki yanlışların başta Ege/Akdeniz, Yunanistan ve Suriye dosyalarında Türkiye’ye kaybettirdikleri ortadadır. Ne yazık ki büyük kısmı artık telafi edilemez boyuta ulaşmıştır. Görünürde bağımsız ama gerecekte amaçsız dış politika aynı zamanda geniş çaplı bir ekonomik avantaj kaybına yol açmıştır. Türkiye dünyada en pahalı borçlanan ülkeler listesine girmekle kalmamış, doğrudan yabancı yatırım alamaz hale gelmiştir. Yanlıştan ve yanlış üsluptan birer birer geri dönülse de finansal hasar hala ortada duruyor ve gelecek nesillerin hanesine yazılan faturalar ödenmeyi bekliyor.
Bir politika olmaksızın sadece tokalaşmak işlerin yoluna girdiğinin işareti değildir; işler de böyle yolu girmez. Herşeyden önce neyi, kiminle birlikte hedeflediğimiz belli olan bir politikaya ihtiyacımız vardır. Aksi takdirde üç gün sonra, “Başımız eğdik, geri adım attık, barıştık da ne oldu?” demeye başlarız.