İddialar arttıkça ve bazıları da yol üzerinde doğrulandıkça; yani soru işaretleri çoğaldıkça atmosfere sağır eden bir suskunluk yayılıyor. Mesela sadece Peker’in ithamları değil, sadece SBK’nın karanlık ağı değil, sadece ardı arkası kesilmeyen ihale vesaire hikayeleri değil. Bu bahiste sorulardan kaçmak, iddiaları duymazdan gelmek veya üzerine alınmamak kural haline geldi, anladık. Ama 128 milyar dolara da cevap yok, Gara operasyonunun sorumlusu da hâlâ belli değil ya da emekliye üç beş lira daha az zam vermemek için elektrik veya doğalgaz zammı vermemek için vakit kollamanın da izahı yok. 12’den sonra müzik yasağının da… Yahut Boğaziçi Üniversitesi’nde her gün kendini aşan yasakların da… Dünya alem Türkiye’deki kara para felaketini konuşurken, varlık barışını bir kez daha uzatmanın manası nedir mesela?
Hepsini toplayın ülkede olup bitenlerin izahı yok. İtham edilenler neden korunuyor, akla mantığa aykırı işgüzar kararlar niye alınıyor belli değil. Yapınca oluyor diye “yaptım oldu sistemi”nin etinden, sütünden, yününden yararlanma iştahının bir satır açıklaması yok. Ne var ki sustukça fırtına dinmeyecek. Çünkü bu kez her yerden ağır bir soru çıkıyor. Sadece karanlık ilişkiler patlamıyor, aynı zamanda iktidarın kendi eliyle yaptığı işler de soru üretiyor. Gariptir o işlerin bazıları ortada dolaşan ithamları doğruluyor. Sessizlik için kesinlikle doğru zaman değildir. Problemler önceden de böyle geçiştirildiği için bu kez aynı yöntemin işe yarayacağı umudu şimdiden boşa çıkmış bulunuyor. Bu kez işe yaramayacak… Bunu anlamak için normal zamanlarda kimsenin pek umursamayacağı iddiaların sosyal medyada yüz milyonlar seviyesinde izlenmesini görmek yeterlidir. Malum ifşaatlar sadece sansasyon içerdiği için izlenmiyor. Aynı zamanda iktidarın en sıradan, gündelik kararları ve işleri şüphe uyandırıyor artık. Bu yerel seçimlerden itibaren güçlenen bir dalgaya dönüştü ve dalganın üzerine binen her itham ve iddia daha fazla merak uyandırıyor. Gayet tabii ki cevap gelmedikçe merak artıyor. Merak bir yana, cevap gelmedikçe insanların zihninde en sıradan iddia bile doğru olarak kayda geçiyor.
Güçlü iktidar görüntüsü vermek, kimseyi umursamadan, topluma hesap vermeden, yanlış doğru bildiğinde ısrar etmek değildir. İktidar, hesap verebildiği kadar güçlüdür. Susmak, görmezden gelmek, başını kuma gömerek fırtınanın geçmesini ummak güçsüzlük alametidir. İktidarın gücü veya güçsüzlüğü bir yana, neyin neden olduğunu veya olmadığını bilmek öncelikle toplumun hakkıdır.
En değerli kamu kaynakları buharlaşırken, siyasetçiler, bürokratlar, yargı insanları izah edemedikleri fotoğraflarda dolaşırken kimse hiçbir şeyi üzerine alınmıyor; üstüne bir de aynı kuralsızlık sürüp gidiyor. Türkiye’nin gelip demirlediği yer burasıdır. Aksini iddia edebilmek adına sıralanan bilindik hamaset sözleri, komplo teorileri ve en nihayet “hedefte devlet var” sloganı, ikna edici olmak bir yana durumu daha kötüleştiriyor. İnsanların zihni sarsıcı şüphelerle doluyken, onlara “Ortada büyük oyun var, bu işler sizin bildiğiniz gibi değil” demeye getirmek hatta demek, iletişim stratejisi olarak zerre anlam taşımıyor. Bir iktidarın toplumla ilişki kurarken yapmaması gereken tek şey budur ama gelin görün ki şimdi bundan gayrısı yapılmıyor.
“Kim ne kadar konuşursa konuşsun, biz de o kadar susarız” diye bir yol, yöntem, strateji olamaz. Türkiye’de oluyor. Öyle olduğu içindir ki ülke bir yandan yozlaşarak bir yandan da yozlaşmaya kol kanat gererek her gün değer kaybediyor.