İnsan gibi toplumun da problemleri olmasından daha kötüsü bunu inkar etmesi ve her şeyin yolunda olduğunu tekrarlamasıdır. Böyle durumlarda işlerin sadece iyi olduğunu söylemek yetmez, üzerine bir de gerçekte olmayan şeyler eklenir. Dozu giderek büyüyen bir başarı hikayesi anlatıldıkça büyür ve gelişir. Gerçekle anlatılan arasındaki mesafe o kadar açılır ki insanlar ikisinin ortasında bir yere rıza göstermeye zorlanır. “Tamam o kadar mükemmel değil ama söylendiği kadar da kötü değil”, gibi bir yere…
Türkiye’nin bugünkü tablosu gerçeği gözlerden uzaklaştırıp, iktidar hikayesinin iştahla tekrarlanması halidir. İyimserler, “gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır” demeye devam etsin, huysuz yalanlar gerçeğin tepesine vurmaktaki maharetini geliştiriyor. Yakın tarihin en kötü ekonomik, sosyal ve dış politika tablosuna rağmen yaklaşmakta olan seçimin; sanki böyle bir atmosfer yokmuş gibi pek sıradan ve “seçimlerden bir seçim” seviyesine kadar gerileyen heyecanı bundandır. Hikaye gerçeği bastırmaktadır…
Açık ki ekonomi iyi değil ve dahası bugünkü kötü yönetim gelecek yılları da ipotek altına alacak kadar büyük hatalar biriktiriyor. Mesela, Merkez Bankası’nın ilk partide 128 milyar, şimdi de 100 milyar dolar rezervi sadece kur tabelası düşük görünsün diye yakması büyük bir hatadır. Faizle mücadele edilmemektedir, aksine Türkiye’de faiz kazançları hiç olmadığı kadar artmıştır. 2002’den 2017’ye kadar toplam 811 milyar faiz ödeyen Hazine’nin sadece 2021/22’deki faiz ödemesi 810 milyar lirayı bulacaktır. Harcanan rezervlere rağmen başkanlık sistemi öncesinde 5 liranın altında olan dolar bugün 18.5 liraya yükselmiştir. Kur Korumalı Mevduat modeli üzerinden de şu ana kadar Hazine eliyle 100 milyar lira faiz aktarılmıştır. KKM nedeniyle milli para kavramı fiilen ortadan kalkmış ve bütün sistem dolara, euroya endekslenmiştir. En büyük problem olan enflasyonla mücadele için tek enstrüman baz etkisi; yani, “Geçen yıl o kadar arttı ki gelecek yıl çok yüksek görünmez” umududur. Umutla beklenen cari açık ise kontrol kabul etmemektedir. Öte yandan ülke, vatandaşlık karşılığı satılan konutlar dışında yabancı sermaye alamamaktadır ve eskiden gelenleri de kaybetmektedir.
Hal böyleyken Türkiye ekonomisinin güçlendiğini ve yakında dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına gereceğini söylemek ne bir hedef, hatta ne de hayaldir. Hedefin ve hayalin dahi bir dayanağı olur; bizim gerçeğimiz ise 1980’den beri dünyanın ilk 20 ekonomisi arasında olduğumuz ama bugün 21’e gerilediğimizdir. Gerçeğimiz, 2023 yılı için 10 küsur yıl önceden ilan edilmiş ve birkaç seçimde ekmeği yenmiş hedeflerin hiçbirinin tutturulamadığıdır. Ne 25 bin dolara çıkacağı vaat edilen kişi başı gelir, ne yüzde 5’e indirileceği söylenen enflasyon ne de 500 milyar doları bulacağı iddia edilen ihracat…
Gerçekler bu kadar barizken her şeyin yolunda olduğunu söylemek bir siyasi maharet değil, çaresizliktir. Gerçeğiyle yüzleşemeyen ve onu yok sayan, üstüne bir de harika hikayeler anlatan insanın çaresizliği gibi. Ama söz konusu olan bir insan değil koskoca ülke ve o ülkenin uzun geleceğidir.
O ülke aynı zamanda insan hakları, hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü, şeffaflık, eğitim ve benzeri bütün ünitelerde dünyanın en gerileri ligine de demir atmıştır. Türkiye kara parada gri listededir, daha ötesi var mı?
İlişkileri en ağır sözlerle bitirdiği Mısır, BAE, Suudi Arabistan, İsrail ve şimdi Suriye’nin kapısına dönen ve o sözler hiç söylenmemiş gibi yeniden iyi ilişki talep eden diplomasiye, “iyi dış politika” demenin imkanı var mı peki?
Gerçeklerin ortaya çıkmasını beklemeye gerek yok; zaten ortada. Daha açık, daha yalın ve daha can yakıcı da olamaz… Mesele, gerçekleri yalanlar, sloganlar ve her gün dozu artan yeni hikayelere karşı koruma kabiliyeti olup olmadığıdır. Seçim de esasen çözerse bu meseleyi çözecektir.