Güvenlik ve refah üniteleri başta olmak üzere dünya sisteminin ne kadar kırılgan olabileceğini anlamak için Rusya’nın harekete geçmesini beklemeye gerek yoktu. Ama gözümüzün önündeki işgal, Avrupa’da sadece bir liderin bile dünyayı savaşın eşiğine getirebileceğini gösterdi. Dünyanın böyle bir riski ve potansiyeli vardır. Zihinler unutmuş olsa da birinci ve ikinci dünya savaşlarının dumanı hâlâ tütmektedir. Üçüncüsünün ihtimal dışı olmadığını da Putin göstermiştir.
Nitekim, ABD’nin ve genel olarak Batı’nın Ukrayna lehine savaşa dahil olmamasının birçok sebebinden ilki, böyle bir ihtimalin yabana atılamayacak olmasıdır. ABD Başkanı da Rusya’ya karşı -sadece- güçlü yaptırım uygulanmasının mantığını bu gerekçeyle açıkladı. Moskova’nın planlarının bir hayli şaştığı hesaba katılırsa Batı’nın Ukrayna lehine savaşa girmesinin; Putin’e zaten yolunda gitmeyen savaşı çok sayıda cepheye yayarak dünyayı ateşe vermek seçeneği verebilirdi. Hatta, müzakerelerde barış umudu bir temenni olarak dile getiriliyor olsa da böyle bir risk hâlâ aktiftir. Çünkü Putin’e mutlaka onurlu bir çıkış gerekiyor. Dünyanın sempatisi ve desteğini kazanan Zelenski için ise Kızılordu’yu Ukrayna’dan çıkarırken en az kayıpla zafer kazanmak ihtimali vardır. Bu iki beklenti ve hesap müzakerelerde bir hayli açık olan makasın kapanmasını zorlaştıracaktır. Öyle de oluyor.
Dünyanın veya küresel sistemin kırılganlığı Ukrayna işgaliyle görüldü ve aynı zamanda o sistemin güçlendirilmesi için de mesafe alındı. Rusya’nın korkutucu bir askeri güç olduğu kanaati zayıflarken, asıl önemli olanın küresel finans, ticaret ve iletişim sistemindeki pay olduğu anlaşıldı. Jeopolitik faktörden önce ve önemli olmak üzere, SWIFT sistemi, bankacılık ağı ve en nihayet karşılıklı ticaret yapabilme kapasitesinin değerli olduğu görüldü. Bu önemin Rusya gibi dünyanın en çok toprağına, güçlü petrol/doğalgaz rezervlerine ve tarihten bugüne büyük bir askeri tecrübeye sahip ülke üzerinden anlaşılması beklenmezdi ama öyle oldu. Son derece de hızlı oldu. Birkaç gün içerisinde bugünkü Rusya ile işgal öncesindeki Rusya arasındaki güç ve kapasite farkı tamamen değişti. Bu ülkenin gücünün toprak, jeopolitik, doğal kaynaklar hatta bu kaynaklardan kazandığı 640 milyar dolar gibi muazzam rezervden değil küresel ticari sistemin üyesi olmaktan kaynaklandığı anlaşıldı. Rusya bile o sistemden dışlanırsa, gücünün anlamsızlaştığı görüldü.
Çok muhtemel ki toz bulutu indikten sonra, yakın döneme kadar bir politik seçenek olarak takdim edilen Avrasyacılık, Asyacılık, Doğuculuk gibi akımlar veya popüler adıyla Şangay Beşlisi gibi tabelalardan da bahsedilmez olacaktır. Ekonomik gücü kendisine bile entegre bir düzen sağlamayan Rusya’nın veya Rusya’nın başına gelenlerden sonra Çin’in merkezinde bulunacağı bir kutbun slogandan öte anlamı olamayacaktır. Kötü yönetilen ve doğal kaynaklardan elde edilen zenginliğini halka yansıtmak yerine oligarkları aracılığıyla rejimin tahkimatında kullanan bir ülkenin küresel aktör olmak iddiası dün tartışmalıydı, bugün ise artık imkansızdır.
Bütün bunlar Batı sisteminin mükemmelliğini hatta ahlakiliğini olmasa da liderliğini ve üstünlüğünü; özellikle de dayanışma halinde gücünü gösteriyor. Küresel üstünlüğün askeri güç dışında, finans, teknoloji, iletişim, kültür, demokrasi, hukuk gibi ayakları vardır ve yarışı bu etapların hepsinde birden iddialı olanlar kazanıyor. Rusya ise, nükleer güç olmanın dışında bu etapların hiçbirinde lider değildir. Savaş askeri alandan finansa ve ticarete taşındığında da görüldüğü gibi çaresiz kalmaktadır. Askeri güçle dünyayı tehdit etmenin fayda maliyet analizi, bu yüzden kaçınılmaz olarak Rusya aleyhine tahmin edilenden ağır bir tablo çıkarmıştır.