Yerel seçimlere giderken Türkiye’nin siyasi atmosferi nasıldı, hatırlayalım. Başkanlık sisteminin birinci yılı dolmak üzereydi ve henüz Kovid-19 salgını başlamamıştı. Yeni sistemin yönetme tarzına dair ilk belirtiler ortaya çıkıyordu. Denetimsiz, sınırsız yetkinin icraata yansıma şekli belirginleşiyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın henüz bu yetkilerle seçilmediği günlerde, 15 Mayıs 2018’de Londra’da yatırımcılar ve finans yöneticilerine yaptığı meşhur konuşmada dile getirdiği “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” iddiasının ekonomi üzerindeki sert rüzgarları esmeye devam ediyordu. Kerim Rota’nın perspektifonline’daki yazısında hatırlattığı şu sözler, yaklaşmakta olan seçimi kazandıktan sonra Erdoğan’ın nasıl bir tarz izleyeceğinin de açık işaretiydi:
“Her şeyden önce tabii ben Cumhurbaşkanı olarak yürütmedeki fonksiyonumuz bizim bir başbakanın fonksiyonu gibi değil. Yeni dönemde, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtiğimiz andan itibaren, oradaki etkinliğimiz çok daha farklı olacak. Dolayısıyla bu konularda atılacak adımlarda yürütmenin olmazsa olmaz başı olarak hem sorumluluğu alıyorsunuz hem de bu konularda siz karar verme noktasına geliyorsunuz…. Şu ana kadar durum böyle değildi bundan sonra öyle olacak.”
Erdoğan o seyahatte muhataplarına “Düşük faizin düşük enflasyon getirdiğini de lütfen öğrenin” demişti. Kerim Rota, bütün bu sözleri, “Yabancı yatırımcılar bunun kendileri için bir felaket olduğunu o gün anladılar. Türk lirası değer kaybedecek, Türk lirası faizleri ve enflasyon yükselecek, Türkiye’nin risk primi artacaktı. Bu, ellerindeki Türk varlıklarından büyük zarar edecekleri anlamına geliyordu. Bilmedikleri şey ise bu gelişmelerin ne hızda ve ne büyüklükte olacağıydı” şeklinde yorumluyor.
Sonraki aylar ve yıllar bu merakı gidermeye yetti. Başkanlık sistemi hızlı ve seri karar alma imkanı sunduğu için! ekonomide kötüleşme bu hızdan fazlasıyla istifade etti. Bugünkü tabloya ulaştık. Krizin sebebi ne salgın ne de salgın sonrası ortaya çıkan küresel fiyat artışlarıydı. Türkiye zaten salgına krizle girmişti; o günden beri de krizini büyütmek için elinden geleni yaptı. 128 milyar Dolar, yerel seçime giden yolda döviz tabelasını iyi göstermek için harcanmaya başlandı. Bugün de kur korumalı mevduat kıskacı yetmediği için yeni 128 milyarın buharlaşmasını izliyoruz. Şimdilik 30 milyar Dolar’a yakını gitti. Üzerine de kur korumalı mevduata -en az- 85 milyar TL Hazine desteği eklendi…
Yani, iktidarın çabası ekonomiyi iyi göstermeye yetmedi ve İstanbul, Ankara dahil büyük şehirler kaybedildi. Psikolojik üstünlük o günden beri muhalefete geçti. O seçime giderken Erdoğan ve Bahçeli’nin demokrasi ve hukukun üstünlüğüyle ilişkileri de pek iyi değildi; malum İstanbul seçiminin iptaline bile tevessül edildi.
Şimdi… Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçime neredeyse bir yıl kala tablo nasıl? Ekonomi yerel seçimler öncesine göre daha kötü, toplum daha umutsuz ve iki liderin demokrasiyle ilişkisi daha da problemli. Yargıyı sevk ve idare eden siyasi baskı sahnelerini hatırlatmaya bile gerek yok.
Seçimin kaderini belirleyen iki ana branşta manzara yerel seçimler öncesinden daha olumsuzdur.
Çünkü iktidar, yerel seçim sandığından çıkan mesajları almadığı gibi o mesajlarla didişmeye devam etti. Böylelikle, yerel seçimde iktidarın yüzünü güldürmeyen olumsuz şartlar bugün daha da ağırlaştı. Yüksek enflasyon ve yüksek kur artık ülkenin kaderi haline geldi. Geleceğe dair belirsizlik ileri düzeyde ve yetersiz kalan ücretler hayatı her geçen gün çekilmez kılıyor.
Bu tablonun siyasi karşılığına cevap ararken anketlere bakmak gerekmez ama gidişat anketlere de yansıyor. 2019’de oluşan yeni siyasi dengedeki makas kaçınılmaz olarak, muhalefet lehine açılmaya devam ediyor. Şaşırtıcı değil zira, kötü yönetilmekte ısrar edilen ekonomi ile hasıraltı edilmiş demokrasiden başka sonuç çıkması beklenemezdi.
Yaklaşan seçimlerde ne olur diye merak edenlerin tabloyu bir de böyle okumasında fayda vardır.