Yaşadığımız günlerin, pandemi korkusuyla sınırlı olmadığını ve uzun sürecek bir sosyo politik tesir dönemine girdiğimizi akıldan çıkarmayalım.
Salgın büyük bir problem ve yavaşlaması mümkün olsa da her an kapıyı çalabilecek bir risk olmaya devam edecek. İlaç bulunana kadar veya daha kötüsü sürü bağışıklığı sağlanan kadar. İnsanlık birinci seçenek için dua ediyor aksi takdirde sokağa çıkmama, sosyal izolasyon kişisel hijyen gibi kavramlar daha uzun süre hayatımızın parçası olmaya devam edecek. Kaç kişinin salgına yakalandığı veya kaç kişinin öldüğü çok önemli olmaya devam edecek daha önemlisi salgının ne zaman durdurulacağıdır.
Bütün mesele şimdi budur. Salgın ne zaman duracak ve hayat eskisi kadar olmasa bile korku eşiği biraz olsun azalmış şekilde ne zaman normalleşmeye başlayacak?
İşte uzun sürecek ve sinirleri germeye devam edecek olan da bu sorunun cevabında gizlidir. Almanya ve Avusturya gibi bazı ülkeler salgını çerçevelediği için normalleşme adımlarını atmaya başladı. ABD gibi salgına karşı henüz tam üstünlük kuramamış ülkeler ise siyasi kaygıyla normalleşmeyi zorluyor. Çünkü, yavaşlayan hayat, yavaşlayan ticari çarklar ve yavaşlayan zaman bütün hükümetlerin en büyük kabusudur. Hepsi bir an önce normale dönen lider veya ülke olmak istiyor ama -Trump gibi- bazıları bunu normalden önce yapmak yanlışını umursamıyor.
***
Pandemi mücadelesi uzadıkça herkesin yönelebileceği bir hatadır bu. Umarız liderler ve hükümetler kendilerini kontrol edebilir ve olması gerekenden önce hayatı hızlandırmaya kalkışıp daha büyük bir hataya imza atmazlar. Koronavirüs içeride ve dışarıda siyasi yarış, gösteri ve hava atma alanı değildir, faturası kesinlikle ağır olur. Bir İtalya, İspanya olmadığımız için memnunuz ama biz de “Keşke Şubat ayında daha sıkı tedbir alsaydık” diyoruz. Belki bir süre sonra “Keşke 15 gün tam sokağa çıkma yasağı uygulasaydık” demek zorunda kalabiliriz. Her an yeni “keşke”ler mümkün çünkü belirsiz, tanımsız ve bilinmez bir düşmanla mücadele halindeyiz. Sadece tıbben değil, sosyolojik ve politik olarak bu belirsizliğin stresi altındayız.
İşte bu yüzden hükümet/devlet, tek tek bütün vatandaşların sabırlı olmasını isterken kendi sinirlerine de hakim olmak zorundadır. Koronavirüs konusunda sosyal medyada paylaşım yapanları, konuşan siyasi partileri, yorum ve haber yayınlayan gazetecileri takip edilmesi ve susturulması gereken düşmanlar olarak görmek büyük bir yanlıştır. Bu sinir harbinde, bu sabır zamanlarında asla sürdürebilir değildir. Saçma bile olsa bir fikri, düşünceyi susturmak hatadır ve sadece hükümetin birşeyler gizlediği, şeffaf olmadığı kanaatini uyandırır. Herkesin can derdinde olduğu bir zamanda herkesin konuşmak, fikir ileri sürmek, bildiğini yaymak hakkı bilhassa vardır.
Büyük bir mücadele içindeyiz ve çok fazla fikre ve öneriye ihtiyacımız vardır. Böyle zamanlarda hükümet dahi hiçbir kurum, “Herkes sussun, biz en iyisi biliyoruz” diyemez.
Şimdi sosyal medya paylaşımlarını susturmak değil artırmanın yoluna bakmak lazımdır. Kötü bilgi, hatalı cümle, yanlış alarm kendi kendine kaybolup gider endişe etmeyin. Toplum zannedildiği gibi her paylaşımdan, her cümleden provoke olmaz. Kimse kanaat edinmek için tek bir tweete bakmıyor, merak etmeyin.
Ve söylemeye hiç gerek yok ülkenin en çok takip edilen ve böyle olduğu için de en güvenilir olduğu aşikar haber bültenini yasaklamak da büyük bir yanlıştır. Fox televizyonunun ana haber bültenini ve onun çok başarılı sunucusunu yasaklamak virüsle mücadeleye katkı sağlamaz, zarar verir.
Sabırlı olalım, evet. Vatandaş gibi hükümet de sabırlı olsun. Ve hükümet vatandaştan biraz daha tahammüllü olsun.