ABD Başkanı Trump ile İsrail Başbakanı Netanyahu’nun el ele kol kola alkışlarla ilan ettikleri plan neyi anlatıyor?
Filistin ile İsrail arasında barışı mı? Haksız hukuksuz toprak işgallerini mi? Mülteci haline gelmiş milyonların hak ettikleri hayata geri dönmelerini mi? İsrail’in Filistin üzerindeki zoraki vesayetini bitirmeyi mi? Ya da Ortadoğu’da suküneti mi?
Hiçbirini… Kelimenin bütün anlamlarıyla ortada zorba, tehditkâr, bencil ve kuralsız bir dayatmadan başka bir şey yoktur. Trump Planı’nın anlattığı şey aslında, İslam dünyasına böylesine saygısız muamele etmekte beis olmadığıdır. Eğer bir beis olsaydı Trump gibi dengesiz bir lider bile buna cesaret edemezdi. Bu haliyle “Yüzyılın Anlaşması”, Filistin’in yalnızlığından çok İslam ülkelerinin yüz yıl sonunda gelip dayandığı politik sefaletin ilanıdır.
Plan tabii ki işlemeyecek, tabii ki kimse o belgelenin altına imza atmayacak ama bu İsrail’in istediğini almayacağı anlamına gelmiyor. Topraklarını büyüttü, yeni yerleşim birimlerini demirbaşına kaydettirdi ve Kudüs’ü başkent olarak ilan ettirip tarihte hiç olmadığı kadar ABD’yi kendine dost Filistin’e düşman hale getirdi… Şimdiden sonra anlaşma imzalansa ne olur, imzalanmasa ne olur?
Bütün bunlar da İslam dünyasında hamasetin arş-ı alayı tuttuğu, boş lafların yeri göğü inlettiği bir zamanda gerçekleşti. Aylardır masada olan bu akılalmaz plan için birkaç gün bile diplomatik mesai yapamayan, ABD’ye itiraz şöyle dursun köşede bucakta iki cümle etmekten dahi imtina eden bir dünyanın sessizliğinde… Katar desteklemiş, Bahreyn arka çıkmış, Umman kabul etmiş boş laflar. İslam ülkelerinin tamamının sorumluluğu bir diğerinden aşağı değildir. Bahreyn gibi küçücük bir ülkenin desteği ABD/İsrail için anlamlıysa; büyük, çok büyük devletlerin sürece karşı direnme çabası göstermemeleri de o kadar anlam taşır. Bu kadar zamanda üç-beş İslam ülkesinin hiç olmazsa bir çalışma grubu oluşturarak plana karşı mesai harcadığını bile gören olmadı. Günler, aylar boş geçerken şimdi ilan edildikten sonra konuşmanın faydası olmayacaktır.
Başa dönelim… Trump’ın planı Filistin’e değil bütün İslam dünyasına neyi reva gördüğünü anlatıyor. Gerisi anlamsızdır. Şimdiden sonra; yani Basra harab olduktan sonra da o lafları çok duyacağız.
‘Astana süreci diye bir şey kalmadı’
Bu cümle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aittir. Ve açık ki son yılların; yani Rusya ile sınır tanımayan yakınlaşma döneminin en önemli cümlesi olarak kayda geçirilmelidir. Cumhurbaşkanı bu yargıya yine kendisine ait şu ifadelerin sonunda varmış bulunuyor:
“Rusya ile gerek Soçi, gerek Astana’da bazı görüşmeler, anlaşmalar oldu… Şu an itibarıyla maalesef Rusya, Astana’ya da, Soçi’ye de sadık değil. Arkadaşlarımız kendilerine, ‘İdlib’de bu bombalamaları vesaire durdurdunuz durdurdunuz, durdurmadığınız takdirde bizim artık sabrımız tükeniyor. Bundan sonra ne gerekiyorsa biz de bunu yapacağız’ dediler. En son Halep’ten bizim tarafa atışlar var. Bunlara biz bir yere kadar sabrederiz, sonra da biz göbeğimizi keseriz. Bu konuda Rusya da eğer biz birbirimize sadık ortaklar isek, tavrını belli edecek… Şu anda Astana süreci diye bir şey de kalmadı. Astana süreci şu anda sessizlikte veya sessizliğe büründü. Astana’yı yeniden ayağa kaldırmak ve yeniden ayağa kalkışı ile birlikte Türkiye, Rusya, İran ne yapabilir, bakmak lazım… Tabii asıl gidilmesi gereken yer Cenevre. Cenevre konusunda da sanki unutma politikası var.”
Erdoğan’ın geldiği yer o kadar önemli ki, bunun ileriye doğru sonuçları olacaktır. Ama hayalkırıklığı içeren bu sözler üzerinden geriye doğru yaşananların muhasebesini yapmak da gerekecektir. Bilhassa fayda-maliyet analizini…