Dün, Fehmi Koru “Duyduk duymadık demeyin” nidasıyla yazdı. Ak Parti Genel Başkanvekili Efgan Ala’nın demecinden yola çıkarak iktidarın yeniden reform niyetinde olduğunu ve birçok alanda birden harekete geçileceği haberini ustalıkla değerlendirdi. Yazının sonunda da “Sözün kısası, AK Parti yetkilisi ile bakanının ‘reform’ beklentisine, AK Parti’ye yakın medya nasıl duyarsız kalıyorsa, gerçekleşeceğine parti içerisinde de inanan çıkacağını sanmıyorum” diyerek umutsuzluğa yakın bir yere demirledi. Haksız sayılmaz zira, Efgan Ala gibi kamuoyu tarafından “pozitif gündem”le eş tutulan bir isim açıklasa bile Ak Parti’nin eskiye dönme vaadini hemen kabullenmek kolay değildir.
Hele bu reform, reform karşıtlığının simgesi olan “Ankara Kriterleri” başlığıyla duyuruluyorsa… Ankara Kriterleri demek, Avrupa Birliği’nden uzaklaşmak, içe kapanmak, biz bize benzeriz vesaire demenin ifadesidir. Ama, Türkiye herhangi bir kriterden o kadar uzaklaştı ki; bir kriter olsun da ne olursa olsun diyecek durumdayız. Yani, bu sözü “Aslında evrensel hakları getireceğiz ama adına Kopenhag değil Ankara diyeceğiz” kabilinden söylenmiş sayıyoruz.
Bununla birlikte iktidardan hukuk ve demokrasi başlıklarından olumlu hamle beklemenin önünde çok büyük manialar var. Birkaçı şunlar:
1- Türkiye, son on yılda birçok alanda düşünülemeyecek kadar geri gitti. O kadar ki, yargının siyasallaşmasında rekorlar kırdı ve sonunda Anayasa Mahkemesi’nin otoritesini tanımaz bir noktaya demir attı. Denetim, şeffaflık, hukukun üstünlüğü yerle bir oldu.
2-Kurumsallaşma ve kurumlar ağır hasar aldı. Böylelikle, kamu idaresinde ortak tecrübe kayboldu. Birçok meselede, sanki daha önce hiç yaşanmamış gibi sil baştan yapmak devletin normali oldu.
3-Afra, tafrayla yürütülen dış politika, sonunda bugün artık ülkenin gücünün altında bir etkiye sıkıştı. İsrail-Gazze meselesinde görüldüğü gibi ne bir masada bulunabiliyoruz ne de bir masa toplayabiliyoruz.
4-İktidar, ekonomiden dış politikaya, eğitimden yargıya kadar bütün alanlarda kötü yönetimin sebeplerini anlaması gerekirken sadece 31 Mart’ın sonuçlarını anlamaya çalışıyor. Tabiatıyla bu eksik, yanlış ve sonuç alınamaz bir analiz biçimidir. Bu da bırakın reform kapasitesini gerçeklerden kopuşu gösteriyor.
5-Yaygın, baskın ve tahammül edilemez bir seviyesizlik sorunumuz var ve bizatihi iktidar, “standartsız siyasi standartları” ve çelişkili icraatlarıyla bunun sorumlusudur. Liyakatsiz ve ehliyetsiz kadrolar da malum, bu seviyesizliğini gölgesinden yaşamaktadır.
Liste uzar gider… Türkiye’nin gerçekten çok sayıda branşta reforma ihtiyacı var ama bunun üstesinden gelmek için en başta samimi ve kararlı olmak lüzumu vardır. Türkiye’nin değişime ihtiyacı olduğuna inanarak, bu ülkede yaşayan insanların hak etmediği bir atmosfere mecbur bırakılamayacağını kabul ederek ve hızla gelişen dünyada demode kaldığımızı kabul ederek yapılacak reformlara… Sadece yüksek faize gelen sıcak paradan gayrı “biraz da yatırıma gelsinler” diye yapılan reformun faydası olmaz; buna zaten reform da denmez.
Bütün bunlarla beraber, artık gidecek yer olmadığı için ve ülke bir finansal uçurumun eşiğinde olduğu için üçe beşe bakmadan ekonomide son dönemde yapılanları nasıl olumlu görüyorsak; maksadı ne olursa olsun hukuk ve demokraside atılacak en küçük adıma dahi itiraz edecek durumda değiliz. Kötü yönetimle geçen yıllar, en iyisini umma lüksünü elimizden aldı.
Standart o kadar düştü ki daha kötüsünden uzaklaşmak da kendi çapında bir reform sayılır oldu. Olsun, olsun da taştan olsun!