***
Türkiye gibi her gün her saat ekonominin konuşulduğu bir ülkede; ekonomiye dair en önemli kararların bütün konuşmaları ve fikirleri bir yana iterek seçim döneminde kürsü rekabetinden çıkan vaatlerle belirlenmesi gariptir. Hayat pahalılığı böyle yapıldığı için arttı, ücret artışları bu yüzden kaçınılmaz oldu. Ülkenin yeniden birbirini üretene enflasyon ve maaş artışı sarmalına girmesi seçimin ardından yeni bir yaklaşım ve disiplinli kamu maliyeti beklentisiyle çelişiyor. Ama “çelişkinin faturasını işçi -memur mu ödeyecek” diye sorulunca da akan sular duruyor. Hele de bir yandan KKM ve kamu müteahhitlerine ödemeler devam ederken…
Faturayı elbette ücretli kesim ödememeli ama herkesin birlikte ödediği enflasyon faturasını küçültecek bir ekonomi politikasından vazgeçilmemeli. Türkiye, üç ay sonra yeni ücretler de yoksulluk sınırının altında kaldı haberlerinden kurtulmalı.
Yılda iki kez asgari ücret açıklamak zorunda kalmak işlerin iyi gittiğini değil aksini gösterir. Ücretli kesime asıl destek fiyat istikrarını sağlamakta geçiyor. Bu temel gerçeği ıskaladıktan sonra gerisi sonu gelmez bir sarmala mahkum olmak demektir. Yeni Maliye Bakanı’nın “Yerel seçimler keşke hemen olup bitse” lafı da burada anlam kazanıyor. Tersinden okursak, bugünkü tablo en azından yerel seçimler bitene kadar “rasyonel politikalar”ın egemenliğini imkansız kılıyor. O kadar zaman kaybettik, bir sene daha böyle gitsin bakalım… Zaten aksi de artık mümkün değil. Zira, dumanı üzerinde tüten seçim zaferi ortadayken Cumhurbaşkanı Erdoğan’a neyi nasıl yapması gerektiği konusunda tavsiye vermenin zorluğu ortadadır.
***
Şimdilik rafa kalkmış görünse de rasyonele dönüş bir tercih değil mecburiyettir. Kaybedilen her günün katlanan maliyeti vardır. Türkiye’nin hem bugüne hem de gelecek yıllara yönelik ağır maliyetler üreten bir ekonomik krizi olduğu gerçeğini ıskalamadan; acı ilacı, ilaç işe yarayacak dönemi de atlamadan içme vizyonunu kaybetmemesi isabet olacaktır. Ekonomi artık, siyasi polemik alanı olamayacak kadar büyük bir problem haline gelmiştir. Hiçbir pansuman tedbir işe yaramadığı gibi problemi büyütmekten başka sonuç doğurmaz. Yüzleşmek şart… Erdoğan da bu yüzleşme için süreye ve krediyle sahiptir. Hem istediği tedbirleri alabilir, hem de bunu topluma anlatabilir. Böylelikle faturanın büyümesini durdurabilir; zaman alacak olsa da kur ve enflasyonu dizginleyebilir. Zaman alacak olması demek, ücretlinin, iş dünyasının ve bütün kesimlerin aynı hedef etrafında toplanmasını sağlamayı zorunlu kılıyor. Yani, bugüne kadar uygulanan ve pek hayırlı sonuçlar üretmeyen politikalardan hem vazgeçmeyi hem de yeni politikaların arkasında aynı kararlılıkla durmayı…