Bayram mübarek olsun. Ramazan ayına girerken, mübarek günlerde ve özel zamanlarda bir muhasebe yapma babında İslam dünyasının umutsuz halini anlatmıştım. Umutsuz çünkü çok zor bir meseleyi sahte iyimserlikle anlatmak hem mümkün değil hem de faydasızdır. Şöyle yazmıştım:
“Söze, ‘Bir Ramazan’a daha acıyla, gözyaşıyla, acizlikle giriyoruz’, diye başlamak ne kadar anlamsız! İslam dünyası hangi Ramazan’a böyle girmedi ki?..
İnsanlarını mutlu edemeyen, onlara güvenli bir gelecek sunamayan, köklü tarihin üzerine oturan bir büyük coğrafyanın bugün içinde bulunduğu durum hazindir. Bırakın ekonomik açıdan geri kalmışlığı, temel insani değerlerde sınıfta kalmış bir coğrafyadan söz ediyoruz…
İslam ülkelerinin tamamına yakını demokrasiyle tanışamamış ve neredeyse tamamı da hukuk devleti olmayı başaramamıştır. Yeryüzündeki otokratik rejimlerin büyük çoğunluğu bu coğrafyada hüküm sürmektedir.
21. sıraya gerilemiş olan Türkiye’nin hala listede kabul edilmesiyle birlikte dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında sadece üç İslam ülkesi vardır…. Petrol zengini küçük emirlik ve devletler İslam ülkelerinin tamamı, kişi başı gelirde dünyanın ikinci ve üçüncü liginde yer almaktadır. Sanayi, teknoloji, bilim, sanat ve eğitim gibi temel sektörlerin hiçbirinde bu ülkelerin adı geçmemektedir. İcat, inovasyon ve patent liglerinde de bir İslam ülkesinin, gücü ve ağırlığı bulunmamaktadır. Yani, petrol arzı hariç herhangi bir İslam ülkesinin varlığıyla yokluğu arasında insanlık adına anlamlı fark bulunmamaktadır…
Neden böyle olduğu, İslam ülkelerinin neden başaramadığı bir sır değildir. Zira, İslam dünyasında hukuk, serbest piyasa, özgür düşünce ve sivil toplum gelişmemiştir. Kadın, çocuk, işçi hakları, çevre bilinci gibi bugünün olmazsa olmaz üniteleri ya yoktur ya da daha başlangıç seviyesindedir.
Yönetimler şeffaf değildir, hesap vermezler ve denetim mekanizmaları yoktur. Birkaç istisna hariç halklarda da demokrasi duygusu zayıftır. Bazı toplumlarda görülen cılız özgürlük talepleri ise şiddetle bastırılmış ve yok edilmiştir. Bütün coğrafyada en güçlü fikir, zannedildiği gibi İslam düşüncesi merkezli değil, ardı arkası kesilmeyen komplo teorileridir. Kimi sahip oldukları doğal zenginliklerine, kimi benzersiz olduğunu düşündükleri stratejik konumlarına, kimi şanlı tarihlerine aşıktır ve bu yüzden bütün dünyanın kendilerini bölmeye, parçalamaya ve yok etmeye çalıştığına inanmaktadır. Rejimler, halklarına bu hikayeleri anlatmakta ustalaşmışlardır….
Problemler büyüdükçe ve dünya ile mesafe açıldıkça komplo teorileri daha inanılmaz hal almaktadır.
İslam dünyasının, dünya siyasetinde de ağırlığı bulunmamaktadır. Coğrafi, demografik ve kültürel olarak evet ama esasen siyasi açıdan bir “İslam dünyası” varlığından söz etmek gerçekçi değildir. Siyasi ve diplomatik zaaf, Filistin gibi iç problemlerde de Ukrayna işgali gibi küresel krizlerde de ortaya çıkmaktadır. Bitmek tükenmek bilmez Batı karşıtlığına rağmen, İslam dünyasındaki en güçlü siyasi tutum, her problemin çözümünü Batı ve ABD’den beklemek ve her krizde onları suçlamaktan ibarettir. Kendi aralarındaki sorunlarını, etnik veya çoğu mezhep ve din yorumuna dayalı çatışmaları çözmekte ne kadar başarılı oldukları da ortadadır.
İslam dünyasının derdine ne Ramazan fayda ediyor, ne bayram…”
Ramazan geldi geçti, bayrama ulaştık. Acılar büyümeye, kan akmaya ve baskılar artmaya yine devam etti. Hiçbir eski veya yeni problem çözülemedi. Üzerine Sudan kanlı bir öfkeyle karıştı, Tunus’ta ise demokrasiden kalan son umut kırıntısı silinip gitti. Ve kimbilir başka nerede ne yaşandı da kimse umursamadığı için dünyanın haberi bile olmadı!
Nasıl geçtiğini anlamadık çünkü her şey aynı oruçsuz günlerdeki gibiydi. Oruç dahi müslümanların birbirlerine olan sınırsız öfkesini yatıştırmadı. Kötü gidişi ne Ramazan durdurabiliyor, ne bayram.