Sadece Ukrayna işgal girişimi sürecinde değil, iktidarı boyunca Putin’e Türkiye kadar açık destek veren bir Avrupa ülkesi olmadı. NATO üyesi olarak bu destek daha da anlamlı ve değerlidir. Görülüyor ki Putin de bu dostluğun öneminin farkındadır; ayakta tutmak için elinden geleni yapıyor. Son günlerde de malum, iyi ilişki düzeyi gelişerek büyüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya’nın Batı’ya giden doğalgaz vanasını kapatmasını haklı, zaruri ve anlaşılabilir olduğunu söyleyecek kadar kesin bir tutum takınmaktan çekinmedi.
Özetin özeti, Türkiye içinde bulunduğu ağır ekonomik krizin de kaçınılmaz sonucu olarak Rusya’nın desteğine ihtiyaç duymaktadır. Bütün dünyanın nefret objesi olan Rusya da bu desteği sürdürmek adına özenli davranmaktadır. Nükleer santral için gönderilen ve piyasa çıkmasa bile rezervlere katkı sağlayan tahminen 15 milyar Dolar para da bunun bir göstergesidir. Seçim atmosferinde, döviz kuruyla mücadelede anlamlı sayılacak bir dostluk göstergesi… Nitekim Erdoğan da dost ülkelerin rezervler için destek verdiğini memnuniyetle açıkladı.
Öte yandan bu trafikte, Putin’in Erdoğan’a öteden beri yaptığı Esad’la görüşme tavsiyesi daha aktif hale geldi. Türkiye ilk defa kendi kamuoyunu bu görüşmeye hazırlayan bir halkla ilişkiler faaliyetine girişti. Hem Cumhurbaşkanı hem de Dışişleri Bakanı son derece iyimser demeçler vererek ilk adımı attılar. Elbette Erdoğan-Putin dostluğunun tek, hatta ilk amacı Türkiye’nin Esad’la görüşmesini temin etmek değildir. Masadaki konulardan birisi ama bütün bunlar Suriye için yapılmıyor. Asıl dinamik, siyasi çizgileri birbirine yakın olan ve Batı’ya karşı tepkili iki liderin vizyon ortaklığıdır. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ilk haftalarında ambargo ve silah desteği gibi yardım politikalarını bile beğenmeyen ve NATO’yu daha aktif olmaya çağıran Erdoğan’ın bugün Rusya’ya hak veren noktaya gerilemesinin başka izahı yoktur. Cumhurbaşkanı, her problemde müracaat ettiği “dış güçler” gerekçesini şimdi Rusya’ya uygulanan ambargoya kadar genişleterek kamuoyuna tehlikenin büyüklüğüne dair mesaj veriyor. “Ambargocu, emperyalist, iki yüzlü Batı”ya karşı ortak tavrın ve söylemin parçası olmak geleneksel propagandasıyla çelişmiyor. Bu eğilim de her geçen Erdoğan’ı Putin’e biraz daha yaklaştırıyor. Şangay toplantısına katılacak olması bu sürecin yeni bir adımı olacak.
S-400’le başlayan, Astana sürecinde ise Türkiye aleyhine gelişen bir dizi adıma rağmen ilişkilerin bu noktaya gelebilmesi gerçek anlamda çok özel bir diplomatik hikayedir.
Türkiye gibi neredeyse bütün anlamlı ekonomik, askeri ve siyasi ilişkileri Avrupa ve ABD ile kurumsallaşmış bir ülkenin Rusya safında tutum takınmasının ne kadar büyük bir destek anlamına geldiği ortadadır. Ülkesini ateşe atan ve halkını yoksullaştıracak, dünyadan koparacak süreç içinde bocalayan Putin’in hayal bile edemeyeceği türden bir destek. Üstelik bir NATO ülkesinden… Üstelik dış ticaretinin yarıdan fazlası Euro bölgesine olan ve Rusya’dan 26,5 milyar Dolar ithalata karşı sadece 6,5 milyar Dolar ihracat yapabilen bir ülkeden…
Savaş sonrası ambargoya katılmamak Türkiye için tek ve isabetli bir yol olsa da daha fazlası için ise hassas bir risk analizine ihtiyaç vardır. Bu analiz yapılmış gibi görünmüyor. Savunulması imkansız bir lideri savunmaktan bahsediyoruz.
Türkiye ile Rusya’nın iyi ilişki içinde olması ve denge politikası gözetilmesi öteden beri ortak kabul konusudur; kimse aksini söylememektedir. Ancak, ilişkilerin bugünkü seyri her açıdan hassas bir sevk ve idare gerektiriyor. Moskova’nın yayılmacı iştahının faturasından Ankara’ya pay düşmemelidir. Putin rejiminin, dünya için arzettiği tehlike ve fırsat bulduğunda yaptıkları; dolayısıyla yapabilecekleri de akıldan çıkarılmamalıdır.