Sosyal medyada, pazarcı esnafı bir vatandaş “açık yüreklilikle” siyasi tercihini anlatıyor ve anlatırken bir zihniyeti gayet net cümlelerle ortaya koyuyor. Daha iyisi pek az bulunur! O pazarcı, yozlaşmanın anıtı olan “piramit”in en alt katmanındadır, oradan sesleniyor. Hangi piramidin? Cumartesi günü bu köşede tarif ettiğim piramidin:
“Sistem bir piramit düzeninde işler… Üst katmanlarda daha yaygın ve daha sorgusuz sualsiz işler dönerken, bir altta, daha altta sırasıyla paylar küçülerek ama iştah ve cesaret azalmadan başka işler dönmeye devam eder. Herkesin payı aynı değildir ama kâr ve imtiyazdan piramidin her tabakasına bir pay düşer. Aşağıya az, yukarıya çok. Piramidi ayakta tutan da bu rızaya dayalı “adil” paylaşımdır. Aşağıdaki, çıkarı için üst katmanı destekler; üstündeki bir üstünü, o da bir üstünü. Her kat, üstündeki katın teminatıdır. Kimi büyük paralar kazanır, kimi istediği ihaleyi alır, kimi imar payını artırır, kimi maaşına maaş katar, kimi istediğini işe aldırır, kimi dilediğini söyleyip hesap vermemekle yetinir, kiminin de piramitteki yeri sayesinde karakolda her işi rast gider…” Kimi de pazarda fiş kesmeden para kazanır.
Pazarcı söze şöyle başlıyor: “Şu elimi kessem Tayyip Erdoğan'dan başkasına vermem kardeşim. Açık ve net konuşuyorum.”
Niye?
Piramit kuralları burada işliyor.
Çünkü…
“Ben her şeyi bu adamına sayesinde kazandım. Ben 20 senedir kirada oturdum. Her şeyimi bu adamın zamanında kazandım. Çalıyorlarmış, benim sorunum değil kardeşim. Çalıyorsa Allah ile onun arasında. Neyini çaldı ya Allah aşkına? Biz de çalıyoruz. Biz de vergi kaçırıyoruz burada. 100 tane mal satıyoruz, 20 tane fiş kesiyoruz. Yalan mı kardeşim. Çalmayan var mı Allah aşkına?”
Pazarcı ülkedeki sistemi, düzeni, iş yapma kurallarını gayet iyi anlamış. Bir üsttekinin veya daha üstlerdekinin çaldığıyla ilgili değil. Bilakis onların çalması kendi çaldığının teminatı. O sayede kazanıyor, kiradan kurtuluyor ve yevmiyesini doğrultuyor. Yukarıda olup bitenle ilgilenmiyor ki kimse kendi yapıp ettiğiyle ilgilenmesin. Herkes birbirine göz yumsun, herkesin tenceresinin dibi bir başkasınınkinden daha kara olsun. Bütün bunları yaparken oy vereceğin partiyi de ilan ederek dokunulmazlık zırhını giyiyor. Bundan sonrası özgüven patlaması… Piramitte işler böyle yürür…
O kadar kendinden emin ki “dürüst olmak lazım” diyerek hırsızlığa övgü yağdırıyor: “Marketçisi de çalıyor. Dürüst olmak lazım… Bu kadar iş yapıyoruz. Nankörlük yapıyoruz. Benim işim var çok şükürler olsun. Allah'ıma bin şükürler olsun çorbam çıktı. Oğlumla geldim buraya kazandım kazanacağımı. Bir yevmiyemizi aldık gidiyoruz. Nankörlüğe ne gerek var ya.” Anlaşıldı mı acaba? Dürüst olmak çalmamak değil, çaldığını kabul etmek!
Piramidin alt katı böyle konuşuyor; üst katlar dile gelse kimbilir ne söylerler? “Dürüst olmak lazım, Kim haksız ihale almıyor ki, kim rüşvet yemiyor ki, kim imarını artırmıyor ki!” gibi şeyler duyar mıyız? Ya da artık bunların bile lafı edilmiyor, vizyon sıradan insanların aklının alamayacağı kadar büyümüş olabilir mi?
Ne söylemedikleri önemli değil… Yolsuzluk, yozlaşma, kayırmacılık, fırsatçılık, kirlenme bir piramit gibi yükselir. Pazardaki adam kesmediği üç beş fişten kazandığıyla yetinirken en üst katmandakiler dünyaları götürür. Her biri şımarık, bencil ve hırslıdır. Hepsi de içinde bulunduğu yapının yıkılmaz olduğuna inanır.
Piramidin üstü aşağıların iştahını ustalıkla idare ederek düzeni sürdürür. Yeter ki onlar piramide parça olmaya, bir kata tuğla olmaya heves etmekten geri durmasınlar.