Siyaset, olması gerekenden çok daha fazla hayatımızın merkezindedir. Merkezi siyasetin dili, bakış açısı, gerilimi, vizyonu veya vizyonsuzluğu hepsi birden sokağın ve sıradan insanların hayatını belirliyor. Konuşmalarını, aidiyetlerini, dostluklarını, samimiyetleri ve garezlerini şekillendiriyor. Bir siyasi görüşe yakın olmak bile çoğu kez yeterli olmadığı için, fanatizm boyutunda pozisyon almak zarureti doğuyor. İktidar ile muhalefet birbirlerine nasıl davranıyorsa, iktidar ve muhalefetin tabanları da aynı tarzı benimsiyor. En önemlisi de sokaktaki insanın dili ve bakış açısı merkezin tarzı ve tavrıyla birebir örtüşüyor. Tahammül ya da tahammülsüzlük sınırları da örtüşüyor… Siyasal merkezler neyi seçiyorsa insanlar onu seviyor, neyi sevmiyorsa sevmiyor.
Bir demokraside sıradan; yani politikacı olmayan insanların politikayla ilgileri makbul sayılabilir ama Türkiye toplumunun içinde bulunduğu politize hal makul sınırlar içerisinde sayılamaz. Zira, toplumun bir siyasi partiye ilgisi ya da karşıtlığı doğal olmakla birlikte eleştiri ve sorgulamayı da içerir. Bütün politika ve söylemlere mutlak sadakat demokrasinin gerektirdiği denetim imkanını zayıflatır. Tabanla parti arasındaki mesaj hattını işlemez hale getirir. Ne yazık ki bugün, hemen hemen bütün siyasi partiler açısından geldiği nokta budur.
Bu yapı o kadar keskinleşti ki yaklaşan 31 Mart dahil yaşadığımız son seçimlerin hepsinde iktidar ve muhalefet bloklarının oy oranları bile yüzde 1-2’lik hata payı ölçülebilir durumdadır. Bazı illerde neticeyi neredeyse iki taraftan sandığa gitmeyenlerin miktarı belirleyecek hale gelmiştir.
Her seçime telafisi imkansız tarihi önem atfetmek, iktidarın da muhalefetin de yenilenme ve vizyon geliştirme ihtiyacını azalıyor. Dolayısıyla da ülke sadece bugünü yaşayan ve geleceği ikinci plana iten bir sarmala mahkum oluyor.
Oysa, kullanılan veya kullanılmayan kaynakların fizibilitesi başta olmak üzere ekonomik yatırımlardan temel hak ve özgürlüklere kadar her alanda geleceği planlayan ve bunun için de rekabete açık olması gereken bir siyasal iklime ihtiyaç vardır. Siyaset bu temel fonksiyonu icra edemedikten sonra, görünürde yoğun ve yaygın bir politizasyon olsa da gerçekte ülkeye katacağı değerler azalıyor demektir.
Nitekim, önümüzdeki hafta sonu sandığa giderek ülkenin yerel yöneticilerini belirleyeceğimiz seçimin propaganda dönemi de böyle geçti, gidiyor. Adayların, yönetmeye talip oldukları şehirler için mutlaka iyi-kötü projeleri var ama seçmenin bunlardan haberi olmadı. Hangisinin daha iyi veya gerçekleşmesi mümkün projeleri olduğu tartışılamadı. Yahut, hangi vaadin hangi kaynakla tahakkuk ettirileceği de sorgulanamadı. Çünkü adaylar değil ittifaklar konuşuldu. Beka, dış güçler, karanlık oyunlar vesaire projelerden daha fazla konuşuldu. Siyasal vizyonda ve bilhassa temel meselemiz olan şehirleşme probleminde rekabet sergilenemedi. Hal böyle olunca; kimse, hiçbir aday kendini göstermek ve farkını ortaya koymak çabası göstermek zorunda kalmadı.
Olan olduktan sonra ne söylense boş, hayıflanmak nafile. Peki öyle olsun diyelim…
Hiç olmazsa, demokrasimizin daha kaliteli, rekabetçi ve vizyoner bir kampanya hak ettiğini söyleyelim de mevcut durumun standart olamayacağına dair bir kaydımız olsun…