Bizdeki başkanlık sisteminin her günü seçim kampanyasıdır. Çünkü, Cumhurbaşkanı’nın kendisine seçim kazandıran oy oranını her gün her saat gözetmesi gerekir. Bir barometre gibi oyların yükselip azalmasını bakmak zarureti vardır ve tabiatıyla bu da O’nu “hızlı karar alınan bir popülizme” yöneltmektedir. Geride kalan dört buçuk yılın kısa özeti bundan ibarettir. Ne bir temel meseleye el atılabilmiştir, ne de temel meselelerin derinleşmesine mani olunabilmiştir. En nihayet bu “güçlü başkanlık” modelinin akılda kalan büyük icraatları, ağır ekonomik kriz ve enflasyon ortamına karşı iktidarın mecburen yüksek asgari ücret artışı, emekli maaşı zammı, EYT ve yüksek taban fiyatlar vesairedir. Çünkü, finansal üniteleri güçlü, üretim odaklı, eğitime, liyakata dayalı ve rekabet edebilen bir ekonomi hedefi baştan da yoktu; işler yolundan çıkmaya başladığında zaten akla gelemezdi. Ayrıca işler de yolundan daha 2019’un ilk aylarında çıkmaya başlamıştı. Şimdi 230 milyarı aşan 128 milyar Dolar’ı buharlaştırma süreci, ortada pandemi ve Rusya’nın Ukrayna işgali yokken başlamıştı.
Dört buçuk yılın her günü bir şekilde seçim kampanyası havasındaydı ama son aylar daha fazla öyle… Cumhurbaşkanı Erdoğan tahmin edilmesi zor olmayan bir planlamayla başkanlık döneminin kötü hatıralarını unutturacak yola girmiş bulunuyor. Seçmeni; bilhassa kararsız seçmeni son dönem popülizminin rüzgarıyla sandığa taşımak istiyor. Ve o kadar ince eleyip sık dokuyan bir plan ki, ücret artışları ve benzeri hamlelerin yüzleri güldürdüğü bir noktada ve enflasyon yeniden baş kaldırmadan seçime gitmeyi planlıyor. Zincir kopmadan tam o anda yani… 4 yıl 11 ay bekleyip bir ay daha sabrederek zamanında seçime gitmek yerine -gerekirse- Meclis’i feshetmeyi dahi düşünüp bir ay önce seçime gidecek kadar ince ve hassas bir hesap yapıyor. Şimdi de yeni bir kredi garanti fonu ve yeni konut kampanyasıyla suni bolluğu destekliyor. Seçimi, tarihin en ağır ekonomik krizi ortamında yapılan bir tercih olmaktan çıkarmak, krizi birkaç aylığına unutturmak adına hamleler bunlar. Yani, Altılı Masa birtakım belgeler üzerinde ince çalışmalar yayarken Cumhurbaşkanı da kampanyasını ilmek ilmek dokuyor!
Peki, bir ölçüde muvaffak olmadığını kim söyleyebilir?
Ve Erdoğan kampanyasını tüm hızıyla sürdürürken Altılı Masa’nın soğukkanlı ve acelesi olmayan tavrının riskli olmadığını kim söyleyebilir?
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun sansasyon yaratan ve en nihayet önceki akşam Tele1’de yaptığı son programda vuzuha kavuşan ortak yönetim modeline dair sözlerini de bu çerçevede okumak iyi olacak. İktidar tüm hızıyla ve gücüyle yeni imajını oturturken Altılı Masa’nın “yol haritası, görev paylaşımı ve yeni anayasa önerisi” ekseninde yoğunlaşan mesaisi doğal olarak kampanyanın asıl unsurlarını ihmal endişesi yaratıyor. Altılı Masa’nın mutabık kaldığı ve Davutoğlu’nun da açıkladığı modelden daha öncelikli olan vizyon, vaat ve icraat yarışı olduğu için Masa’nın kendi iç düzenlemeleri heyecan vermiyor. Davutoğlu veya diğer liderler modeli anlatsın mesele değil. Bir kez söylenmesi elbette gerekirdi. Ayrıca ay sonunda da ortak imzayla açıklanacak. Ama toplum zaten, altı partinin bir arada olmasını önemsiyor ve bunun demokrasi için ne anlama geldiğini biliyor. Aralarındaki uyumu da olumlu yönde kredilendiriyor. İktidara karşı alternatif arayan seçmen için Altılı Masa zaten ilk kapı… Uzlaşma, ortak akıl, birlikte yönetme gibi değerler de seçmen tarafından satın alınmış durumda. Şimdiden sonra meselenin bu kısmına odaklanmak yerine iktidarın/Erdoğan’ın altı aydır sürdürdüğü seçim kampanyasına cevap vermek ve ona alternatif sözler söylemek beklentisi var. Çünkü bilinmeyen ve merak edilen kısım budur… Kılıçdaroğlu’nun Akşener’in, Davutoğlu’nun, Babacan’ın, Karamollaoğlu’nun ve Uysal’ın bu asıl soruya dair açıklamaları bekleniyor. O açıklama; yani, yeni dönem vaadi ve ayrıca aday ilan edilmeden diğer sözler böyle tartışılmaya devam edecektir.