Hükümetin fiyat artışına önlem olarak düşündüğü ve uyguladığı polisiye tedbirler, genel olarak bütün sorunlara karşı sergilediği standart yaklaşımın bir özetidir. Derinleşmeden, sorunların kaynağına inmeden, yüzeysel hamleler…
Fiyatların neden yüksek olduğu bir sır değil, oysa. Etiketteki rakamı üretim maliyetleri; hammadde, yarı mamul madde, nakliye, kira, elektrik, personel ücretleri, lojistik, stopaj, vergi, yüksek döviz kuru vesaire tayin ediyor. Sektörüne göre bu unsurların tamamı ya da bir kısmı fiyatı etkiliyor. Üzerine bir de fırsatçılık da var mıdır, vardır. Ama üretici fiyat enflasyonunu tüketici enflasyonun iki katı olduğu ortamda etiketlerin el yakması gerçeğini değiştirmez. Vatandaşın eriyen gelirinin artan fiyatlar karşısındaki çaresizliğini hiç değiştirmez. Fiyatları indirmek için bütün bu süreçleri ve faktörleri birer birer elden geçirmek ve sorunu kaynağından çözmek şarttır. Marketleri dolaşıp etiketleri kontrol etmek işe yaramaz. İşe yaramadığı önceki denemelerden görülmüştür. İki sene önce enflasyonunu daha düşük olduğu vakitler yapılan kampanyalar nasıl sonuç vermediyse bugün de benzeri olacaktır. Buna rağmen hala sadece denetim yapmak, devlet eliyle market kurmak gibi yeni maliyetler üretecek umutsuz girişimler sadece seçmeni etkilerse, etkiler…
Kronikleşen enflasyon artık büyük bir problemdir. İşsizlik, kamunun finansal kapasitesi veya Türk Lirası’nın önlenemez değer kaybı gibi… Birbirinin tetikleyicisi ve destekçisi bu sorunların çözümü önce ve mutlaka komplo teorilerine bel bağlamadan gerçeği kabulden geçiyor. Ne var ki böyle bir kabiliyet artık kalmamıştır. O yüzden zabıta önlemleri, o yüzden soğan, patates, market lobileri…
***
Böyle olmaz, olabilemez… Eğitimden dış politikaya, yargıdan Kürt meselesine kadar bütün problemlerin kaderi de aynıdır. Herhangi birinde derinleşmek, kaynağına inmek veya bedeli ne olursa olsun çözüm aramak gibi bir vizyon yoktur. Bir pafta önce ABD’ye inat Rusya’dan ikinci parti S-400 almaya teşebbüs edip, ardından 40 tane F-16 siparişi vermek bundandır. Dış politikanın bir uçtan bir uca yürüyüşü haftayı bulmamaktadır.
Bütün dünya imzaladıktan sonra iklim anlaşmasını onaylamak mesela… Bu gecikmenin mantığı nedir, merak eden var mı?
Ya da ancak karaya vurduktan sonra müsilajı keşfetmek.
Bırakın büyük problemleri herkesin dert yandığı taksi meselesini bile, birkaç oy hesabıyla çözümsüz bırakmak.
Pandeminin ev kiralarını artıracağını ve bunun da öğrencileri evsiz bırakacağını üniversiteler açıldıktan sonra farkedebilmek.
Yaz sıcağında kaçınılmaz olan orman yangınlarını plansız, uçaksız ve tedbirsiz beklemek.
Temel sorunlar da aktüel olanları da iktidarın yorgunluğu ve problemlere mesai ayırmaktaki isteksizliği yüzünden büyüyor. Bazı işler tamamen sümenaltındadır. Bazıları ise, problem ortaya çıkıp can yakıcı hale gelinceye kadar sahipsizdir. Başkanlık modelinin, sistematik icraata yatkın olmayan tabiatı bu tablonun bir gerekçesidir ama yaşananları tek başına açıklamaya yetmemektedir. İktidarın her şeyden önce seçime ve oy desteğine odaklı olması, dramatik bir şekilde oy kaybına yol açan bugünkü dikkat dağınıklığına yol açmıştır.
Öncelik sonralık tasnifi yapmadan bütün problemleri yönetmek ve çözmek prensibi kaybolduğu için çoğu kez hangisinin aleyhte siyasi sonuç doğuracağı da hesaplanamıyor. Bazı sorunları önce küçümseyip sonra var kuvvetle üzerine abanmak bu analiz eksikliğindendir.
Türkiye içinde bulunduğumuz beş yıllık dönemin üç yıldan fazlasını böyle geçirdi; iki yıldan azına da böyle adım atıyor. Seçim, sandık oy hesabı derken, ülkenin çok değerli zamanları küçük büyük sorunların gölgesinde heba oluyor.