Her seçim sonrası olduğu gibi, 28 Mayıs’tan sonra da Erdoğan’a “normalleşme” çağrısı yapılıyor.
Normalleşme, bugüne kadar olup bitenlerin normal dışı olduğu imasını da içeren iddialı ve kapsamlı bir öneridir. Türkiye özelinde ekonomide, hukukta, siyaset dilinde ve daha birçok alanda makul olana davet anlamına gelir. Biraz daha açalım… Normalleşme, liyakat ve ehliyet sahibi kadroları göreve getirmek, kurumlara önem vermek, yargıya müdahale etmemek ve muhalefete karşı yüksek tansiyonu düşürmek demektir. Özellikle ekonomiyi sevk ve idare ederken, hem reel sektörle, hem piyasalarla, hem de dünya ile ortak dil tutturmayı gerektirir. Kaldı ki ekonomi yönetimi tek başına ekonomiden ibaret değildir. Bunu hakkıyla yapabilmek için, aynı zamanda hukuk devleti ilkelerine, basın hürriyetini önemsemeye ve dış politikada çıkar odaklı diplomatik bir üslup kullanmayı mecbur kılar.
Buraya kadar güzel. Kimse bu fikirlere ve önerilere itiraz edemez. Her seçimin peşine bu çağrının yapılması da normal ama yine her seçimden sonra yaşandığı gibi Erdoğan’ın kendisine verilen bu akla teşekkür edip bildiği gibi davrandığı da bir gerçek. İki önemli sebepten dolayı Cumhurbaşkanı bunu yapmıyor, yapamıyor.
***
Birincisi, Cumhurbaşkanı’nın anayasal yetkileri neredeyse sınırsız ve bunları kullanmanın cazibesi de sınırsız.
İkincisi ise, Erdoğan’a seçim kazandıran; son seçimde de gördüğümüz gibi en zor zor şartlarda zafere ulaştıran siyaset tarzının dayattığı mecburiyet var. Başka türlü davranacak olursa, seçmen desteğini kaybetme riski içerecek kadar derin bir mecburiyet… Eleştirilen, normal bulunmayan ve değiştirmesi istenen tarzından vazgeçtiğinde, tabanı nezdinde bugün sahip olduğu gücün zayıflayabileceği ihtimali önceki seçimlerde Erdoğan’ı değişimden alıkoymuştu. Şimdi de o eğilim hiç zayıf değil. Nitekim, seçim öncesi ve sonrasındaki açıklamaları da bunu; yani, bildiği alıştığı yoldan yönetmeye devam kararlılığını teyit ediyor. Şöyle böyle 10 yıldır Erdoğan’ın “normal”i de zaten şu halen izlemekte olduğu politika tarzıdır. Üstelik, kendisine önerilen normalleşme politikalarının temsilcisi olan partileri de sandıkta üçüncü defa yenmiş bulunmaktadır.
Bununla birlikte öneriler değerlidir, gereklidir ve Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz, diplomatik sıkışıklık ve sosyal kutuplaşma ortamında tek çıkış yoludur. Gelin görün ki Erdoğan’ın hem siyasal ittifak tablosu (MHP, BBP, YRP, DSP, Hüda- Par, Oğan) hem de yakın çalışma kadrosu de normalleşme politikalarına yatkın değildir; taraftar hiç değildir. Bilindiği gibi bazıları Erdoğan’dan bile daha ileri ve sert görüşlere sahiptir.
Yani “Genişletilmiş Cumhur İttifakı”, 10 yıl öncesine kadar olan değil, 10 yıldan beri değişen ve böylelikle kendilerine daha yakın buldukları Erdoğan’la ittifak yapmıştır. Erdoğan da değiştiği için; hatta eski dönemindeki icraatlarını tekzip edebildiği için bu liderleri ve partileri kazanabilmiştir. Farazi olarak kendisi istese bile – ki, istemediğini söylüyor- kendisine yapılan normalleşme tavsiyesini denemenin önünde böylesine doğal ve aşılmaz bir engel bulunmaktadır.
***
Bir de daha şimdiden kampanyası başlayan yerel seçimler var. Erdoğan çok istediği İstanbul’u geri almak için konsantre olmuş durumda ve alıştığı siyaset tarzı en büyük güvencesi olarak görünüyor. Öte yandan da yandan giderek büyüyen ekonomik yangına çare bulmak zorunda ve alıştığı tarz yangını söndürmek için umut vermiyor. Şimdi Türkiye’nin önünde seçim sonucu kadar olmasa bile cevabı en az onun kadar önemli merak konusu soru budur.
Cumhurbaşkanı hangi yolu seçecek ve o yolda nasıl ilerleyecek?