İktidarın sadece seçim sürecinde değil, sair zamanlarda da gerilimi elden bırakmadığı sır değil. Karşıtlık üzerine siyasetten bir türlü vazgeçmeyen, bundan fayda gördüğüne inanan ve safları mutlaka bir ötekine karşı sıklaştıran değişmez bir tarzla yıllar geçiyor. Muhalefetin ya da iktidar cephesinde olmayanların, akla gelen ve hatta bazen akla hayale gelmeyen sıfatlar yaftalanması vakayı adiyeden oldu artık. Cumhur ittifakı sözcüleri, herhangi bir bahisle “Hain, işbirlikçi, mandacı, mankurt, terör yandaşı” dediğinde sadece siyasi rakiplerini kastettiklerini biliyoruz. Çünkü, muhalifler hain olarak damgalanmadıkça iktidarın yerli ve milli olduğu anlaşılmıyor. İlla karşıtlık, illa kesin bir çizgi ve illa durumun anlaşılması için en ağır sıfatları kullanmak gerekiyor. Dozu düşük itham, suçlama ve yaftalama hafif kalıyor. İktidar dışında kalan muhalefet dahil bütün unsurların normal olduğu kanaati uyanmasın diye doz sürekli yükseliyor.
Böyle bir siyasetin öncelikli mesajı kendi tabanınadır. Önce, aklı karışık, kararsız hale gelen veya iktidar dışındaki partilere kulak kabartanlara mesaj. Hainlerle, işbirlikçilerle yan yana durmamaları için onlara kesin ve sürekli ikazlar gönderiyorlar. Bütün dünya Türkiye’ye uğraşırken, tam ekonomiyi ayağa kaldıracağımız zaman dış güçler ayağımıza çelme takarken ve artık bizim çağımız gelmişken nereye böyle? Ve elbette sadık tabana de mesaj var. Maksat, siyaset dışında kalan bu sıradan insanları, komplo teorileriyle, bitmez tükenmez karanlık hikayelerle kavganın parçası haline getirerek; onları gerilim üzerinden iktidara mecbur bırakmak. İktidarın karşısında siyasetçiler değil, hainler ve işbirlikçiler var! Öyle olmasalardı iktidarın yanında olurlardı, mesajı.
Gerilim siyasetinin -elbette buna siyaset denemez- bir başta icra yolu da muhalefete aman vermemektir. Devlet gücünü kullanarak muhalefet partilerine miting, toplantı veya etkinlik yaptırmamaktır. Onları bütün siyasi faaliyet alanlarında yuhlatmak, provoke etmek ve canlarından bıktırmak; onlarla birlikte siyaset yapan insanları yıldırmaktır. Mesela, Gelecek Partisi Lideri Ahmet Davutoğlu’na karşı iki günde iki girişim yapıldı. Davutoğlu önce Amasya’da cami çıkışında birkaç kişiye yuhalatıldı. Birkaç görevli adam, muhtemelen anlamlarını dahi bilmedikleri sözlerle cami avlusunda bağırdılar. Sonra da İstanbul’da yapılan Erzurum tanıtım Günleri toplantısına katılması engellendi. Vali ve belediye başkanları, düne kadar başbakanları olan bir liderin salona girmesini istemediler. Belli ki böyle yapmaları istendi. Davutoğlu orada olursa, bir iki kelam ederse ne olacağını düşündüler acaba? Bir vilayetin tanıtım gününde söylenip söylenmeyeceği bile belli olmayan birkaç cümleyle tehlikeye girebilecek iktidar gücü, nasıl bir güç acaba?
Bilindiği gibi böyle şeyler ne Davutoğlu’nun ne de diğer liderlerin başına ilk kez geliyor. Tıpkı, ağır sözlerle yaftalanmalar olduğu gibi bu tür engeller de artık vakayı adiyeden sayılıyor. Sadece yeni kurulan Gelecek ve DEVA’nın değil, CHP, İyi Parti, Saadet ve HDP’nin mitingleri de bahanesiz, gerekçesiz engelleniyor. İktidara karşı olduğu için, iktidarı beğenmeyen insanların sesi olduğu için ve iktidardan daha iyisini yapmak iddiası taşıdığı için; yani sadece siyaset yaptıkları için baskılanan, yaftalanan, hakarete uğrayan ve buna rağmen siyasette ısrar eden bir avuç insanın başına gelmeyen kalmıyor. “Bu kadarı olmaz denilen” her adım bir önceki hayreti bastırıyor. Bu kadarı da o kadarı kolaylıkla olabiliyor.
Türkiye seçime böyle gidiyor…
Miting meydanları muhalefete kapatılarak, muhalefet liderleri susturularak, devletin büktün imkanlarıyla her türlü algı kampanyasına maruz bırakılarak. Demokrasimizin gelip dayandığı yer burasıdır. Gücü gücü yetene. Cumhuriyetin yüzüncü yılına siyasetin baskılandığı, konserlerin, festivallerin yasaklandığı ağır bir iklim hakim oluyor. Bir asırda ne büyük terakki!
Şimdi merak konusu olan şudur. Bugüne kadar işe yarayan, seçimleri kazandıran yöntemler önümüzde bekleyen sandıkta nasıl sonuç verecek?