Türkiye ağır bir ekonomik krizden geçiyor ve bu ortamda başka önemli konuları tartışarak verimli sonuçlar elde etmek neredeyse imkansız görünüyor. Hayat pahalılığı ve enflasyon başta olmak üzere insanların günlük hayatlarını, geleceğini etkileyen ağır atmosferde başka bir konunun öncelik kazanması da beklenemez. Bununla birlikte dış politika başta olmak üzere en az ekonomi kadar ağır siyasal, sosyal ve kültürel sorunlarımız olduğu gerçeği de değişmez. Türkiye’nin sancıları birden fazladır ve hepsi de ağrı eşiklerinin üzerindedir.
Bütün bu sorunları aynı zamanda keskin bir sosyo-politik kutuplaşma zemininde yaşadığımız da unutmayalım. Büyük problemlerimiz olsa da herkes veya büyük çoğunluk ortak kaygılarla aynı mücadele duygusu içinde de değildir. Bilakis her sorun, çözüme hiç katkı sağlamayan ve derinleştiren bir bölünmüşlük temelinde yaşanmaktadır. Siyasetin sosyal hayat üzerindeki aşırı etkisi kamplaşmayı keskinleştiriyor. Şimdi seçim havasındayız ve yumuşama alameti de görünmüyor.
Sorunlardan bir tanesi de dindar/muhafazakar kitlenin kazanımlar bahsindeki kaygılarıdır. Kazanımları genel olarak, dindar görünürlüğün özgürleşmesi, başörtüsü adaletinin sağlanması ve dini kimlik nedeniyle kamu yönetimi nezdinde eşitsiz muamele görmeme hali olarak tanımlayabiliriz. Uzun yıllar bu alanlarda problemler yaşanmıştır. 20 yıllık AK Parti iktidarında, daha önceki yıllarda mahrum bırakıldıkları hakları kazanan kitleler de bunların muhtemel bir iktidar değişikliğinde zayıflaması endişesi taşıyor. Haklıdırlar … Türkiye’nin tabiatında olmayan bir endişe değildir bu.
Neticede ortaya, AK Parti’den ve Erdoğan’dan şikayetçi olsa da kazanımlardan geri dönüleceği endişesine teminat olarak yine aynı adresleri görme eğilimi çıkıyor. Öte yandan, muhalefet üzerinde de bu kaygıyı giderecek siyaset üretme baskısı gelişiyor.
Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu önceki akşam Halk TV’de Suat Toktaş’ın konuğu oldu ve kazanımların teminatı olduklarını söyledikten sonra konuya başka bir pencere açtı. Davutoğlu, eğer iktidar beş yıl daha işbaşında kalırsa asıl o zaman kazanımların tehlike altına gireceğini düşünüyor. Şöyle diyor:
“Evet muhafazakâr kesimde ve AK Parti seçmeninde böyle bir korku vardır. O korkuları yenmenin teminatı biziz. Şahsen, bir daha 28 Şubat’ın yaşanmasına müsaade etmeyeceğim. Altılı masa da bu fikirdedir. Ama asıl mesele şu ki Sayın Erdoğan’ın bir dönem daha Bahçeli ve Perinçek’le devam etmesi, kazanımların daha çok kaybedilmesine yol açacak… Çocuklarınızı kaybedeceksiniz. Böyle bir otoriterliğe gençler isyan ediyor. Hangi kayıp çocukların kaybından daha ağır olabilir? İnsanlar dinden o kadar uzaklaştı ki ‘Kendimi hiçbir şeye kayıtlı hissetmiyorum’ diyorlar. Bunu diyen imam hatipli… Camileri aşkla şevkle dolduran insanlardan, artık okunan hutbeler nedeniyle Cuma’ya gitmekten imtina edenler var. Bu mudur bizim istediğimiz ülke? Eğer yanlış bir tercih olursa, beş yıl içinde bu kalıp daha da artacak. İklim çok kısırlaştı… 28 Şubat’ta ne kadar çok kitap üretiliyordu, ne kadar iddialı vakıflar vardı. Şimdi hiçbiri yok. Fiilen binaları var ama ruhları yok.”
Davutoğlu’nun sözlerinden çıkan sonuç, kazanımların kalıcılaşması için iktidarın bizatihi bir risk faktörü olduğudur. Malum icraatlar ve o icraatlar nedeniyle dinin, dindarlığın ve dindarların aldığı yaraların, kazanım olarak görünen değerleri kalıcı şekilde itibarsızlaştırmasını en büyük tehlike olarak görüyor. Kazanımların varlığına yönelik asıl tehdide dikkat çekiyor: Hem muhafazakar yeni nesillerdeki kopuşa hem de kazanım şemsiyesi altındaki değerlerin toplumsal meşruiyet kaybına…
Meseleyi bir de bu yönüyle düşünmekte fayda vardır.