Cumhurbaşkanı Erdoğan iki gün önce şunları söyledi: “Yılın ikinci yarısıyla birlikte, ekonomide gerçekten çok büyük bir ivme bekliyoruz. Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına sokma hedefimize hiç olmadığımız kadar yakınız.”
Kesinlikle heyecan verici sözler… Bir ülkenin, hele de Türkiye gibi neredeyse üç yıldır kronik ekonomik kriz içinde bulunan ve bu nedenle sayısız kredi veya yardım paketi ilan ederek gerilemeyi durdurmaya çalışan bir ülke için büyük bir hedef. Yüksek işsizlik, düşük kur ve ağır hayat pahalılığı ortamında; üzerine bir de hayati öneme sahip yabancı yatırım ve sermaye akışının kesildiği zeminde böylesi bir hedefi dile getirmek aynı zamanda siyasi bir risk de… Üstelik Erdoğan bunu, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın o meşhur 2023 hedeflerini yerle bir eden 5 yıllık Kalkınma Planı’ndaki bir hayli küçülmüş hedeflerin ışığında söylüyor. Artık 25 bin dolar kişi başı gelirin, 500 milyar dolar yıllık ihracatın imkansız olduğunu anlatan planın ışığında…
Ama Cumhurbaşkanı buna rağmen adını koydu. Hiç olmadığımız kadar yakın olduğumuz şey eldeki veriler ışığında, yani bizim gerçekliğimizde aynı zamanda bir ekonomik mucizeyi işaret ediyor. Olmaz mı, olur. Yapan var mı, var... Türkiye de 2010/2011 dönemine kadar ilk 10 olmasa da yükselen ve potansiyel içeren bir ülke olarak anılıyor muydu, anılıyordu.
Ne var ki Türkiye’nin hali sözle, iddiayla veya heyecan yaratmakla izah edilmekten çok uzak ve ‘hiç olmadığı kadar ilk 10 ekonomiye’ değil hiç olmadığı kadar 1980’lerden beri hep 16-17’nci sıralarda kalmayı başardığımız şimdi ise 19’a indiğimiz ilk 20 ekonominin dışına çıkmaya yakın…
Peki nereden geliyor bu iyimserlik?
Salgın sürecindeki benzer konuşmalarından anlaşılan o ki Cumhurbaşkanı’nın yaklaşımı Kovid-19’dan sonra bambaşka bir dünya olacağı ve fırsatların yağacağı düşüncesine dayanıyor. Önümüzde, nasıl gelişeceğini bilmediğimiz, kimlere, nasıl fırsat sunacağını anlamadığımız ve en önemlisi de hazır olmadığımız belirsiz bir gelecek var ve bunun güçlü ekonomileri sarsacağını ve bizim gibi ülkeleri ayağa kaldıracağını varsayıyoruz. Nasılsa hiçbir şey eskisi gibi olmayacak! O zaman da eskiden güçlü olanlar güç kaybedecek ve biz de tabiatıyla güçleneceğiz.
Güzel bir fikir.
Güzel ama küçük birkaç eksiği bulunuyor. Öncelikle, dünyada neyin eskisi gibi olmayacağı belli değil. Mesela, artık internette satış pazarı büyümeye başlıyor ama bu da Türkiye gibi ülkeler için tabir caizse ‘yırtma’ fırsatı sayılmaz çünkü o pazar salgından çok önce paylaşılmıştı. Kaldı ki internetten satarken bakkaldan, marketten, mağazadan satamayacaksınız demektir. Bir yerden gelecek, ötekinden gidecek. Ya da yeni dönemde çalışanların bir kısmı evden hizmet vermeye devam edecek. Bunun da malum, ilk 10’a girmemize bir katkısı olmaz. Ya da insanlar eskiden kazandığı bazı sosyal alışkanlıkları değiştirecekler değiştirmesine ama dünya değişmeyecek. Temel dinamikler; üretim, teknoloji, patent, eğitim gücü, finans ve paylaşım standardı aynen devam edecek. Mesela, Avrupa ve ABD’de ekonomiler salgın nedeniyle küçülecek diye o pay gelişmekte olan ekonomilere gitmiyor. Hatta biz değil pay kapmayı, üstüne bir de sınırları kapatacak kadar sert, ithalatı ve dolayısıyla dış ticareti küçültecek ve dövizi ulaşılmaz kılacak kadar sıradışı hamlelerin peşine düştük. “Dünya değişti, fırsatlar önümüzde” deyip yine bildiğimiz en iyi şeyi yaparak inşaatı güçlendiren tedbirler aldık.
İyimser mi kötümser mi yoksa toparlanıp gerçekçi mi olacağız bilemem. Bilmemiz gereken şudur… Dünyada büyümenin, zenginleşmenin, refah ve istihdam yaratmanın yolu değişmedi, değişmeyecek. Salgından önce iyi bir ekonomi için üretim kalitesi, yeni teknolojilerde rekabetçi olmak, eğitim, hukuk, şeffaflık ve vizyon ne kader gerekliyse salgın sonrasında da gerekecek.
Gerçekten ilk 10 ekonomiden biri olmak istiyorsak bunu bize bir mucize değil, hayatın ve dünyanın bildiğimiz ama yerine getirmekten kaçtığımız şartları sağlayacak. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmasını istemiyorsak yanlış giden her şeyi değiştirme, yenileme ve bilhassa da gerçekle yüzleşme cesaretimiz olmalı. Yoksa, salgının toz bulutu indiğinde bize altın tepside geleceğini sandığımız hayal, kâbus olur.