Tartışması bitmeyen ve İstanbul’da da neticesi kesinleşmeyen yerel seçimler üzerindeki gergin merak sürerken Türkiye’nin dış politikadaki ağır gündemi giderek kendini gösteriyor. Bu hafta yaşanan ve yaşanacak olan trafik bunun işaretleridir.
Türkiye ile ABD arasında hem ikili ilişkilerin sarsılan ritmi hem de Rusya ile füze ticaretinin ürettiği yeni gündem nedeniyle muhakkak surette iyi yönetilmesi gereken bir kriz potansiyeli bulunuyor. Kimilerine göre de kriz safhasında bulunuyoruz ama en azından iki ülke arasındaki yoğun temas bu aşamayı teyid etmiyor. Sırada ayrıca, NATO Genel Sekreteri’nin ziyareti var.
Ne var ki Türkiye S-400 konusunda en azından ikili komisyon önerisini kabul ettiremezse gerilimin hızlanması ihtimali yüksek.
Kabaca özetleyecek olursak Ankara’nın Washington’da kongre, senato, dışişleri veya Pentagon’da güvenebileceği destekçileri bulunmuyor. Nitekim, bu kurumların hemen hepsinden S-400 konusunda gelen mesajlar; daha doğrusu tehditler, dışarıdan izleyenlere iki müttefikin konuşması gibi görünmeyecek kadar düşmanca sayılabilir. Eğer füzeler alınacak olursa Türkiye’ye sert bir ambargo uygulanması konusunda hem hazırlık hem de ABD Başkanı’nın motive edilmesi konusunda yoğun bir mesai gözleniyor. Bunun ilk ayağı da malum Ankara’nın F-35 projesinden dışlanması…
Türkiye ise, açıkça kendisini bağlayacak bir netlikte S-400’lerin alınacağını tekrarlıyor ve hatta artık tarih de belirlenmiş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan başlayarak bütün yetkililer değişmez bir pozisyonu ilan etmiş durumda: “S-400’ler alınacak hatta S-500’ler için de görüşülecek. ABD’nin tehdit dili sonuç alamaz…”
***
Egemen bir devlet için bu aşamaya gelmiş, ödemesi yapılmış ve ilan edilmiş bir işlemden geri dönmeye zorlanmak elbette ki kabul edilemez. Üstelik Türkiye bu süreçte oyunu açık oynayarak ihtiyacını anlattı ve ikna edilmeyi bekleyen bir politika izlemedi. Kararın gerçek anlamda geri dönüşsüz olduğunu gösteren her hamleyi yapmaktan da geri durmadı. Teslimat tarihi bile Haziran-Temmuz olarak açıklandı. Yaz aylarının mevsim normallerinden daha sıcak geçeceği aşikar…
Öte yandan Türkiye’nin şu sıralarda yaşamak istemeyeceği tek şey, sınırlı ya da geniş bir ABD ambargosudur. Bütün tehditlere rağmen Washington’un bir müttefiki kaybetmek anlamına gelecek son hamleyi yapmayacağı umuluyor. Umarız da öyle olsun… Herhangi bir ülkeden çok daha fazla güvenlik ihtiyacı olan Türkiye’ye savunma tercihlerinde müttefiklerden daha fazla seçenek sunulması anormal değildir. ABD’nin de NATO’nun da bu gözlükle bakması adil bir yaklaşım olacaktır.
Ancak, iyimserliğimize rağmen gerçekler fazla keskin ve sert gelişiyor.
Bu tabloda Ankara’nın ambargoyu önlemek için tek çıkış yolu Trump’ı ikna etmekten geçiyor. Gelin görün ki Rusya’ya açıkça avantaj sağlanan bir işlemde destek beklemek için Trump’ın elinin hiç de rahat olamayacağı bir süreçteyiz.
Dış politikada olup bitenlerin ve olup biteceklerin içeriye etkisini gözardı edemeyeceğimiz zor bir takvime adım atmış bulunuyoruz. Ankara’nın beklentisi ile Washington’un reaksiyonu ekseninde Moskova’nın ise keyifle izlediği heyecanlı bir satranç oyunu başlamış bulunuyor.