Kilit ülke olmak; yani bölgesel ve küresel meselelerde çözümün odağında bulunmak büyük bir avantaj ama aynı zamanda eksiksiz itina gerektiren ağır da bir yüktür. Süper güçlerin sorun çözmek yerine gelişmeleri idare etmek ve olup bitenden istifade etmeye odaklı bir politika izlediği dönemlerde ise her zaman ezilme tehlikesi vardır. Siz “ittifak” ve “işbirliği” gibi önemli kavramlara güvenirken süreçler akıl almaz bir tempoyla aleyhinize gelişebilir. Dramatik bir şekilde, aslında bir avantaj olarak hanenizde yazılı bulunan müttefiklik portföyü elinizi kolunuzu bağlayan bir prangaya dönüşebilir.
Türkiye’nin hali hazırda içinde bulunduğu problemler tam da bu açmazın sonucudur.
ABD ile güçlü ve eski bir ittifak ilişkimiz bulunuyor. Bunun anlamı, Türkiye’nin canını sıkacak, güvenliğini riske edecek ve çıkarlarını zaafa uğratacak girişimlerde Washington’un duyarlılık göstermesi ve destek vermesidir. Oysa ortada ne bir duyarlılık ne de bir dostluk gösterici bulunuyor. Obama gitti, umutlar bağladığımız Trump geldi tablo değişmedi.
Rusya ile ileri düzeyde bir ilişki geliştirmiş durumdayız ve bölgesel politikalarımızı neredeyse eşitlemiş noktada bulunuyoruz. Nükleer santral gibi devasa ortaklıklar kurduk ve karşılıklı ekonomik işbirliği hacmini genişletmek için yeterince cömert davranıyoruz. Tabiatı gereği bunun sonucunda da Moskova’dan makul bir diplomatik destek gelmesi gerekir. Aksine, Rusya’nın imza attığı hamleler Ankara’nın çıkarları şöyle dursun, güvenliğini olumsuz etkiliyor.
Avrupa Birliği hikayemiz ise hepsinden daha tatsız gelişiyor. Bitkisel hayatta da olsa tam üyelik için müzakere halinde bir ülkeyiz, dış ticaretimizin yarısını euro bölgesiyle alışverişimiz oluşturuyor, aramızda sağlam bir mülteci anlaşması da var. Ancak, Avrupa ülkelerinin birçoğuyla; başta Almanya olmak üzere her güne yeni krizle uyanıyoruz.
Hasılı, güçlü ittifaklar arasında sıkıntılı bir dönem yaşıyoruz. Bu öyle bir sıkıntı ki toz bulutu indiğinde elimizde sözgelimi Kürt meselesinin iki katına çıktığı, IŞİD terörünün büyük parçasının üzerimize kaldığı ve sınırımızda selam alıp verecek ülkenin kalmadığı bir fatura vadediyor. Bugünlerde sorunları istediğimiz gibi çözemediğimiz taktirde elimizde kalacak budur.
Başa dönelim… ABD Türkiye’ye karşı bırakın dostça davranmayı, kesinlikle adil değil. Menbiç ve Rakka’da denklemin dışında kalmamız ve PYD’nin kökleşmesi için, bütün Ortadoğu’da bugüne kadar hiç yapmadıkları kadar sofistike bir politika izliyorlar. Suriye dosyasında kırmızı çizgimizi PYD’nin sırtının sıvazlanmamasına kadar indirdiğimiz halde ilerleme mümkün olamıyor. O dosyada ABD’nin en büyük rakibi görünen Rusya da canımızı en çok sıkan unsur olan PYD’ye destekten geri durmuyor. PYD bir yana, Rusya PKK’yı hala terör örgütü olarak görmemekte ısrar ediyor.
Tek meselemiz Suriye değil… Biz böylesine zorlu günlerden geçerken Avrupa, bugüne kadar akla gelmeyen şeyler yapıyor ve bakanların referandum konuşmaları kontrolden çıkan bir sorun haline gelmiş bulunuyor.
Manzaranın bu halinde ikiyüzlülük ve dostça olmayan bir yaklaşım silsilesi olduğu apaçıktır. Ancak, bu tespiti yapıp çıkmak meselemizi çözmez…
Zaman ilerliyor, çıkarlar paylaşılıyor ama durumu değişmiyor. Birbirinin rakibi hatta düşmanı güçlerin konu Türkiye olunca hemen hemen ortak bir politikada buluşmaları aynı zamanda bütün dünyanın bizi boğmak için işbirliği yaptığı anlamına da gelmez. Yani, bunu söyleyip de arkamıza bakmadan uzaklaşamayız. Gerçek bu değil. Zira, dünya bir güçler savaşı sahnesidir ve pay almak istiyorsak ya gücümüzü, ya becerimizi, ya fırsatçılığımızı ya da hepsini birden sahaya sürmek zorundayız. Oyun böyle oynanıyor…
Bize biçilen rolü beğenmiyorsak; ki beğenmiyoruz, o vakit oyunun böyle oynandığını unutmamız lazımdır. Sonuçta büyüyen bir nüfusa, çevremizde yanan ateşi söndürmeye ve durmadan büyümeye ihtiyacımız var. Refah ve güvenlik üretmenin yolu dünya ile sorunsuz ilişkilere ve karşılıklı çıkar bağımlılıklarına dayanıyor. Şimdi olduğu gibi bazen bu denklem aleyhimize bozulabilir ama hasar büyümeden bozulan üniteleri onarmanın yolları hep vardır.
Tecrübeyle sabit ki bu da soğukkanlılık, sabır ve yüksek bir diplomasi becerisi
gerektiriyor.