Seçim atmosferinin tabiatı aktüel meselelerin konuşulmasını mecbur kılmaktır. Toplum yakın dönemdeki problemlere göre karar verir, iktidar/muhalefet oy isteyenler de mecburen bu bahiste derinleşirler. Seçime bir yıldan az kaldığı için tabiatı gereği sırasıyla ekonomi, hayat pahalılığı, işsizlik, kur, gelir dağılımı adaletsizliği daha çok gündem olmak zorundadır. Sadece partiler değil ve sadece seçim için değil, herkes her zaman ülkenin geleceği için bunu konuşmak zorundadır. Siyasi sahnede ise, muhalefet kötü ekonomiyi ve bunun yolsuzluk ve yozlaşma gibi sonuçlarını konuşur, iktidar ise konuyu değiştirmek için elinden geleni yapar. İktidarın hemen hergün birbiriyle alakasız konulara ağırlık vermesi; bazen uzaydan bazen Yunanistan’dan bahis açması bundandır. Zira, ekonomi üzerinden konuşmak hangi cümleyi kurarsanız kurun muhalefetin propagandasına ortak olmak demektir.
Artık, “Kabul ediyoruz bazı sorunlar var ama bunların nedeni dış güçler” demek bile yeterli olmuyor. Çünkü, tek başına gıda enflasyonu veya akaryakıt fiyatlarındaki otomatik artışlar bile iktidarın ve muhalefetin propaganda gücünün ötesinde etki sağlıyor. Fakir zengin, beyaz yakalı mavi yakalı herkes bakkalda, markette, manavda, benzin istasyonunda anket yapıyor. Bunun, şimdiye kadar benzeri az görülen bir tablo olduğunu da kaydetmek gerekiyor. Geçim zorluğu ve hayat pahalılığı her zaman en önemli faktör olmuştu ama -en azından yakın dönemde- bu kadar yaygın ve önlenemez bir kriz yaşanmamıştı.
Ekonomideki problemlerle birlikte Türkiye’nin başka meseleleri de var ve esasen hepsi ekonomideki gerilemenin sebeplerini oluşturuyor. Hukuksuzluk, yargıya güvensizlik, liyakatsizlik ve ehliyetsizlik büyük meselelerimizdir. Topyekün kalite düşüklüğü dolu bir havayı soluyoruz ve aynı zamanda her mesele havayı biraz daha kirletiyor. Türkiye, seçimsiz zamanlarda da temel problemlerini konuşamadığı için problemler arasındaki hiyerarşi ve sebep sonuç ilişkisine dair analizler bir hayli zayıflamış bulunuyor. Normal şartlar altında ara vermeden eğitimim sistemini konuşmak, tartışmak ve çözüm aramak zorunda olmadığımızı kim söyleyebilir? Ekonomiden daha aksak ve eksik bir eğitim sistemine sahibiz ve ekonominin de hukukun da bu yüzden kriz içinde olduğu aşikardır. Yahut toplumun çeşitli fikir, etnik köken veya benzeri üniteler açısından gergin olduğu ve bunun onyıllardır çözülemediği gerçeğinin bir dizi büyük problemin kaynağı olduğunu biliyoruz. Biliyoruz ama çözemiyoruz ve çözüm için adım atamıyoruz. Aksine, siyasetin bu problemleri bazen gündelik polemikler bazen de şimdi olduğu gibi seçim sath-ı maili nedeniyle derinleştirmesi karşısında çaresiz bile sayılırız. Kürt meselesi olduğu yerde duruyor ve iktidar muhalefeti kriminalize edebilmek umuduyla elinden geleni yapıyor. Muhalefet de bu meseleyse ne yapacağına karar veremediği için yediği dayaktan şikayet edemiyor.
Devam… 20 yıl önce AK Parti iktidara gelirken dindarların büyük problemleri vardı, o sorun çözüldü ama 20 yılın sonunda şimdi laikler aynı sorunu yaşıyor. Bu da kutuplaşma başlığı altında temel bir mesele olarak ortada duruyor.
Türkiye’nin diplomaside de büyük sıkıntıları var; hemen hemen hiçbir dosyada sonuç alamıyor. İçeriye yapılan konuşmalar sahada büyük faturalar çıkarıyor ama yanlışta ısrarın arkası kesilmiyor. En haklı olduğumuz dosyalar bile aleyhimize kapanıyor. Dış politikadaki istikametsizlik ve sürekli rota değiştirmek büyük bir mesele olarak ortada duruyor.
Herhangi bir problem ekonomik krizden daha öncelikli değil ve tabiatı gereği olamaz da. Ancak, temel meselelerimizi konuşmuyoruz, akıl yürütmüyoruz ve analiz yapmıyoruz diye Türkiye’nin yüzeye yansıyan ve can yakan problemlerinin altında kaynayan bir sebepler kazanı olmadığı zannedilmesin.
Belki seçimden sonra konuşuruz da zararın bir yerinden döneriz.