Komplo ve gerçek

Mustafa Karaalioğlu

Daha başkanlık yolunda ilk adımı attığı günden itibaren büyük bir sansasyon nesnesi haline gelen Trump’ın koltuktaki günleri de başladığı gibi geçiyor. Sokaklarda, medyada, bürokraside, hasılı her alanda yeni Başkan’a karşı reaksiyon bitmek tükenmek bilmiyor. Ayrımcı, yasakçı, ötekileştirici, maço ve özgür düşünce düşmanı bir figürün ülkesiyle mücadelesini izliyoruz.

Olay ABD’de geçtiği için konu aynı zamanda dünyanın da meselesi oluyor.

Sadece düşmanları yok; sevenleri de var ve bu öykü bittiğinde, yani Trump’ın görev süresi tamamlandığında onlar, eşsiz benzersiz bir komplo teorisi için şimdiden not tutmaya başlamış durumdalar. O gün geldiğinde sistemin Trump’ı sevmediğini ve onu iş yapamaz hale getirmek için her şeyi yaptığını anlatan kitaplar, makaleler, filmler okuruz izleriz. Kimse de ABD sistemi içinde bazı muktedir güçlerin niyeti Trump’ı engellemek olsaydı daha önceden, yani başkanlık yolunun ilk adımlarında işleri daha kolayken bunu neden yapmadıklarını sormaz. Ortada komplo olsaydı Beyaz Saray’a ulaşamadan renkli bir seçim figürü olarak da kalabilirdi. Öyle olmadı çünkü ‘derin devlet’ler, ‘karanlık odak’lar çoğu kez güçlerden bir güçtür ve sadece oyununun bir parçasıdır. Dişlerini geçirdiklerini yenerler ve bazıları buna komplo teorisi der. Güçleri yetmeyeni de şimdi olduğu gibi elleri kolları bağlı, çaresiz seyretmek zorunda kalırlar.

Ancak sistemin onu sevmediği, sadece Washington’ın beyaz yakalılarının değil, dünyadaki hemen hemen bütün sistemlerin Trump’tan nefret ettiği doğrudur. Seçilme ihtimali bir kabus senaryosuydu, seçilmesi kabusun iktidarı oldu. Kabus çünkü insanlık tecrübesinin temsil ettiği her şeye karşı bir siyasi figürü kimsenin bağrına basmasını bekleyemezsiniz. O insanlık tecrübesi de pek işe yarayan ve sorunları çözen, dezavantajlı kitleleri rahatlatan bir model sunmamakla beraber fırsat eşitliğine kapı aralıyor, mesala hiç olmazsa Müslümanların, Meksikalıların, Çinlilerin dünyada serbestçe dolaşımına imkan tanıyordu. Yoksa Trump da dünyanın sorunlarının çözüldüğü, barışçı bir düzene kafa tutmuyor. Bilakis eski düzenin sınırlı toleransından bile memnun olmayan, kapıları kapatıp kendi kendine yaşamayı hayal eden şovenizmin bayrağını dalgalandırıyor.

Bir başka gerçek de şu ki; kapıları kapatıp, vizeleri iptal ederseniz ve bencilce bir düzen için ırkçılığa yol açarsanız bir demokraside bunu sürdürmeniz mümkün olamaz. Böyle bir dünya yok artık ve hiçbir mesele hiçbir ülkenin iç meselesi değildir. ABD için bile…

ABD ile yeni dönem

ABD Başkanı ülkesinde neyle uğraşıyorsa uğraşsın, biz işimize bakalım mı? Bakalım. Siyaset ve diplomasi bunu gerektirir. Öte yandan, Türkiye’nin masada bekleyen acil meseleleri vardır. Suriye’de tamamlanmamış işler ve terör riski altında bulunmak Ankara’yı bir an önce en büyük müttefikiyle çözüme yöneltiyor. Her düzeydeki temaslarda başta Rakka operasyonu, PYD problemi ve IŞİD’le mücadele olmak üzere bütün dosyalarda ilerleme talep ediyoruz. Bilhassa da Gülen’in iadesini… Kredisi yüksek Trump’ın, Obama’ya göre daha çok işimize yarayacak kararlar alacağı kanaati hala geçerliliğini koruyor. Ancak pragmatik olmak, seri kararlar alma becerisine sahip olmak her zaman karar almayı garanti etmiyor. Trump’ın durumu şimdi böyle… Ne kendisinin ne de hala toparlayamadığı ekibinin yönü belli bir Suriye politikası yok. Gülen ve FETÖ konusuna hakimiyetleri hiç yok. Dahası, Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO konusundaki sloganları da kulağa pek hoş gelmiyor.

Yani, bizim ne kadar haklı bir acelemiz varsa ABD’nin de o kadar kafa dağınıklığı var.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.