Rusya’nın Ukrayna işgali bazı bölgelerde sonuç alamamış olsa da, bazılarında haritayı değiştirecek tempoda devam ediyor. Kızılordu’nun Kiev’den çekilmesi Putin’in amaçsız kaldığını da göstermiyor. İşler planladığı gibi gelişmese bile hala gücü ve motivasyonu varken Ukrayna’da ilerleyebildiği kadar ilerleyip, pazarlık gücünü yüksekte tutabileceğini hesaplıyor. Hesabı böyle olunca devam ediyor gibi görünen müzakereleri umursamadığı da anlaşılıyor. Putin, bunu zaman kazanmak için bir propaganda aracına dönüştürmüş durumda ve Bucha katliamında da görüldüğü gibi müzakere mantığından bir hayli uzaktadır.
Moskova, müzakereyi bir yandan Rus nüfus yoğunlukla bölgelerde hakimiyeti pekiştirmek öte yandan da Odessa’yı da işgal edip Ukrayna’ya Karadeniz’i kapatmak maksadıyla paravan haline getirmiş bulunuyor. Dünyanın iki ülke arasındaki müzakereleri önemsememesi ve iki ülkeye ciddi baskı yapmaması da bundandır. Görüşmeler sürerken ABD, AB, NATO ve G7 Rusya’ya her hafta yeni yaptırım paketi uygulamaya devam ediyor. Putin’in elini gördüler, kapasitesini analiz ettiler ve anladığı dilden konuşuyorlar. Rusya’yı dünyayla entegre olmanın ürettiği ilave kaynaktan mahrum bırakarak kendi yağıyla kavrulma tecrübesine hapsediyorlar. Tepki ve güvensizlik o kadar büyük ki Nisan bitene kadar Avrupa başkentlerinde Rus diplomat kalmayabilir. Hepsi, persona non grata!
Bu giderek kötüleşen tablo Türkiye’nin iki ülke arasındaki müzakerelerde oynadığı kolaylaştırıcılık rolünü değersiz kılmıyor. Batı ve NATO’nun tamamı Rusya’ya yaptırım uygularken bunun dışında kalan Türkiye kendine bir alan açmayı başardı ve izleyebileceği tek politikayı ısrarla sürdürüyor. Rusya’nın müzakerelere önem verdiğini söyleyen ve Türkiye’ye de aşırı değer veren açıklamalarıyla eş zamanlı olarak katliam ve işgali derinleştirmesi işin tadını kaçırıyor ama bu Türkiye’nin kusuru değil. En nihayet Ankara’nın Moskova üzerinde yaptırım gücü veya baskı kurabilecek herhangi bir enstrümanı bulunmuyor. Ne var ki Bucha katliamından sonra savaşın seyri Rusya’ya karşı zaten güçlü olan nefreti artırdı. Daha fazla yaptırım, sınır dışı kararı ve tepkinin katliamın hemen peşine gelmesi de bunu gösteriyor. Dolayısıyla, şimdiden sonra kolaylaştırıcılık pozisyonu da eskisi kadar sempatik ve fonksiyonel olmayabilir. Çünkü, masanın ayakta tutulması Rusya’yı işgal ve katliamdan alıkoymuyor ve Ukrayna’ya kaybettirmeye devam ediyor. Sürecin böyle gelişmesi, gayet tabii ki arabuluculuk gayretlerinin payını düşürüyor.
Öte yandan, Türkiye açısından bir problem de Ukrayna’nın Karadeniz sınırının Rusya tarafından tamamen işgal edilme ihtimalidir. İşgal tamamlanacak olursa, Ukrayna denize sınırını kaybedecek ve Karadeniz neredeyse bir Rus gölü haline gelecek ve bundan en çok zarar gören ülke de Türkiye olacak. Ankara, iki ülke arasındaki kolaylaştırıcılık rolünü sürdürürken bu tehlikeyi ıskalayamaz. Eldeki en kıymetli stratejik belgenin Montrö sözleşmesi üzerinden boğazlar ve Karadeniz denklemindeki imtiyaz olduğu anlaşıldıktan sonra hiç ıskalayamaz… Ukrayna savaşı bitip her şey yatıştığında, kuzeyde (Karadeniz), güneyde (Suriye) Rusya ile baş başa kalan Türkiye senaryosunun üreteceği güvenlik riskini şimdiden ve erkenden görmekte büyük fayda vardır. Türkiye’nin işgal karşısında tarafsızlığı hatta Rusya’yı kınamama özeni bile bir yere kadar izah edilebilir. Ama Rusya’nın Suriye’de bize kaybettirdiklerinin dumanı üzerinde tüterken, şimdi Karadeniz’de de aleyhimize sonuç doğuracak avantajlar elde etme ihtimaline seyirci kalmanın izahı zor olur.