Aşağıdaki haber, Türkiye parlamentosunun bir faaliyetini anlatsa çok iyi olurdu ama ne yazık ki öyle değil. Aksine, parlamentomuzun ve hükümetimizin başını öne eğdirecek bir gelişmeden bahsediliyor. Haber şöyle:
“ABD’de bir grup Cumhuriyetçi ve Demokrat senatörden oluşan komisyon, Çin’in Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerine yönelik soykırım gerçekleştirildiğine dair yeni delillere ulaştıklarını açıkladı. Komisyon, ortaya çıkan belgeler ışığında ABD yönetiminin Çin’e karşı sert bir cevap verip dünyaya öncülük etme çağrısında bulundu.”
Habere göre Çin’in, Sincan’da aşırıcılığı ortadan kaldırmak ve insanlara yeni beceriler kazandırmak için “mesleki eğitim merkezleri” olarak tanımladığı ve insan hakları örgütlerinin ise bu merkezleri toplama kampları olarak adlandırdığı belirtiliyor. Yani bu çağda, ikinci dünya savaşı yıllarını andıran kamplarda insanlar toplanabiliyor. Baskıya, eğitime ve işkenceye tabi tutulabiliyor.
Birleşmiş Milletler de uzun süreden beri muhtelif raporlarında Doğu Türkistan’da en az 1 milyon Uygur Türkü ve diğer Müslüman azınlıkların toplama kamplarında zorla tutulduğunu ifade ediyor. Sadece bu kadar değil, insan hakları örgütleri, aktivistler ve bölgeden kaçabilenler, Pekin rejiminin, Doğu Türkistan’da soykırım da dahil olmak üzere insanlığa karşı suç işlendiğini belgelerle anlatıyor.
Keşke Türkiye de bu haksızlıkları anlatan ve kınayan ülkelerden birisi olsaydı.
Keşke dünya, oradaki zulmü bizim sivili toplum örgütlerimizin raporlarından da duyabilseydi.
Keşke, ABD, İngiltere, Almanya ve birçok Avrupa hükümetinin tepkisini bizim hükümetimiz de cesaretle dile getirebilseydi.
Keşke, BM’nin raporlarını esas alan kınama kararlarına Türkiye dahil İslam ülkelerinin desteği olabilseydi.
Keşke, hiç olmazsa bizim parlamentomuza Doğu Türkistanlılar’ı hedef aldığı apaçık belli olan Çin ile Türkiye arasında imzalanmış suçluların iadesi anlaşması gelmeseydi.
Keşkesi çok, duyarsızlığı daha çok bir mesele gittikçe büyüyor. Türkiye’nin hem soydaşı hem dindaşı olan bir halkın yaşadığı zulme ilgisizliği ülkenin itibarını azaltıyor.
Tarih önünde de millet önünde de hiç iyi olmuyor.
Özdağ ve Uğuroğlu’na saldırı, pervasızlığın ötesine geçildiğini gösteriyor
Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’a yapılan saldırı kelimenin tam anlamıyla endişe vericidir. Bir siyaset insanını hedef alabilmek, bunu planlamak, düşünmek ve hayata geçirebilmek pervasızlığı da açık ki herkesin hedef alabilmeyi mümkün kılan iklimin mahsulüdür. Siyaset ve medya sokakları, insanların şaşırma duygusunu yok eden bir kolaylıkla terörize ediliyor. Yapanın yanında kar kalıyor, kar kaldıkça saldırılar devam ediyor.
Aynı anda, Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi, gazeteci arkadaşımız Orhan Uğuroğlu’na da saldırı yapıldı. Bunun öncesinde, bir televizyon programındaki konuşmasının ardından eski Ülkü Ocakları Başkanı avukat Afşin Hatipoğlu hedef alındı.
Bir süredir devam eden saldırı zincirinin kırılmak şöyle dursun zincirin genişlemesi Türk demokrasisi ve basın özgürlüğü açısından kaygının ötesinde bir duruma işaret etmektedir. Türkiye’nin böyle saldırıların kolaylıkla yapılabilen bir ülke olması kabul edilemez. İktidarın bütün unsurlarının ve en başta da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Türkiye’yi siyasetçisi ve gazetecisi sokak ortasında saldırıya uğrayan bir ülke olmaktan çıkarmak için gerekeni gecikmeden yapması elzemdir. Saldırganlar ve azmettiriciler bulunmalı ve böyle eylemlerin yapılamayacağı iklim tesis edilmelidir.
Özdağ, Uğuroğlu ve Hatipoğlu ile bir süredir saldırıların hedefinde olan Gelecek Partisi ve Yeniçağ Gazetesi’ne geçmiş olsun diliyorum.