Dünyayla ilişkilerin çoğu kez slogan ve retorik gölgesinde kalan gerçek boyutunu görmemeye, görmezden gelmeye devam ediyoruz. Verimlilik, sonuç alma, hedefe ulaşma ve elbette dost kazanma kriterleri açısından tabloyu ölçmek neredeyse imkansız ve zaten bu kriterleri kullanmak da çoğu kez ağır ithamlarla yaftalanmakla sonuçlanan zor bir iş haline geldi. Oysa, her alanda olduğu gibi -özellikle- dış politikada eleştiri yapmak, sorgulamak ve farklı açıları göstermek doğaldır. Kimse hükümet gibi düşünmek zorunda değildir ve Türkiye’nin iyi ilişki kurabileceği ülke sayısı bir elin parmaklarının altına inerken eleştiri, ayrıca sorumluluk gereğidir.
Birçok dosyada aktif durumdayız ama aynı zamanda bu dosyalarda gelişmeler lehimize seyir izlemiyor. Sadece içeriye yönelik sert ve keskin hüküm cümleleri kurmak diplomaside sonuç almaya yetmiyor. Bilakis, olumsuz neticeyi hızlandırıyor.
Mesela, Akdeniz’deki imtiyazlar; deniz hukuku ve doğal kaynaklar üzerindeki mülkiyet talepleri gibi. Türkiye’nin en haklı olduğu dosyalardan birisi Akdeniz meselesidir ama birkaç ay öncesine kadar neredeyse bir fırtına gibi esen rüzgarların ardından bu konu artık konuşulmaz hale gelmiştir. Çünkü haklı bir konuda yanlış politika izlemenin en açık örneklerinden birisi verilmiştir.
Eski Şam büyükelçimiz Ömer Önhon, t24 sitesinde “Türkiye‘nin birleştirici gücünün son eseri: Fransa-Yunanistan savunma anlaşması...” başlıklı yazısında bu durumu nazikçe dile getiriyor. Yunanistan ile Fransa arasında yapılan uçak satışı anlaşması - Yunanistan’ın Fransa’dan 24 adet Rafale uçağı alacak- üzerinden, hem iki ülkenin NATO müttefiki olarak tavrını eleştiriyor hem de Türkiye’nin bu duruma yol açan politikalarını:
“Son yıllarda, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde yaşanan olumsuz gelişmelerin rüzgarını arkasına alan Yunanistan‘ın atağa kalktığını, Türkiye’yi yalnızlaştırmada ve AB ile zaten gergin olan ilişkileri daha da germekte başarı sağladığını görüyoruz… Yunanistan Türkiye ile ikili sorunlarını AB’nin de sorunu haline getirmeyi başardı. AB Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesi kararlarında, aslında üyelik konusu artık tamamen geçtiğimiz yüzyılda kalmış gözüken Türkiye’yle ilgili her şey “Yunanistan ve Kıbrıs’a yönelik yasa dışı faaliyetlerin durdurulmasına yönelik yapıcı adımların kalıcı hale getirilmesi“ şartına bağlandı.”
Ankara, Akdeniz için sert hamleler yaparken Atina’nın bunu tam tersi bir avantaja çevirmesi dramatik bir durumdur. Sadece AB üzerinden de değil üstelik. Önhon devam ediyor:
“Yunanistan, ABD’yle ilişkilerinde de mesafe aldı. Ocak 2020’de Savunma İşbirliği Anlaşması güncellendi. Girit Adası‘ndaki Suda Üssü’nde deniz ve hava faaliyetleri için altyapı modernizasyonu ve uyarlamalar yapıldı. Larissa Havaalanı ve Dedeağaç Limanı‘na da el atıldı… Yunanlılar, Orta Doğu’da da Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerinin bozulması sonucu meydana gelen boşlukları dolduruyorlar. Doğu Akdeniz Gaz Forumu oluşturuldu, İsrail’le, Mısır’la, BAE’yle, Suudi Arabistan’la iyi ilişkiler kurdular. GKRY’yle birlikte bu ülkelerle muhtelif askeri faaliyetler düzenlediler. Yunanistan’ın bölgedeki son hamlesi, ABD’nin çektiği Patriot’ların yerine Suudi Arabistan’a 120 personeliyle Patriot bataryası göndermek oldu.”
Meselenin sadece Yunanistan tarafı yok; bu süreçte ABD’nin Kıbrıs Rum Kesimi’ne yönelik silah ambargosunu kaldırdığını da eklemek gerekiyor.
Diplomasini ince işçiliğini bir kenara bırakıp hamasete yönelmenin marjinal maliyeti vardır; şimdi bunu yaşıyoruz.
Yine tecrübeli diplomat Ömer Önhon’un cümleleriyle bitirelim:
“Uluslararası ilişkilerde yalnızlaşan Türkiye’nin Batı’da ve Doğu’da ilişkilerin düzeltilmesi amacıyla son iki yıldır girişimlerde bulunduğunu izliyoruz. Bu çerçevede muhtelif görüşmeler yapıldı ama hiçbirinden istenen sonuç alınamadı… Bu durumda, bu işbirliği hamleleri ve alınan sonuçlar işbirliğine girişen ülkelerin başarı hanesine mi yoksa Türkiye’nin başarı ya da başarısızlık hanesine mi eklenecek? Yanıt ne olursa olsun, yaşananlar Türkiye’nin birleştirici gücünün eseridir diyebiliriz!”