Liyakat meselemiz var mı? Var. Aşikar…
Ehliyet, adalet, üslup, adab, hak/hukuk meselelerimiz de var.
Geç oradan, hoşgörü, empati bahsinde de mesele had safhada. İlimde, bilimde, akademide hakeza. Üretmekte ve paylaşmakta bile…
Ne kadar sayarsak sayalım ama bilelim ki bir numaralı mesele seviyesizliktir. Neyi nasıl yaptığımızdan ziyade ilme, düşünceye, tarza, tavra ne kadar kıymet verdiğimiz önemlidir. Seviye bir toplumun kalitesinin derecesini temsil eder ve çalışmaktan, üretmekten, hakkaniyetten, liyakattan, haktan ve hukuktan evvel utanma duygusunu mecbur kılar. Adaletsizliğe, yalan söylemeye, çarpıtmaya, hak etmediğin yere konmaya, başkasının hakkını gaspetmeye, ne pahasına olursa olsun üstte kalmaya tenezzül etmezsin, zira utanırsın.
Başkalarının canını yakmaya utanırsın. Fırsatçılık ve köşe dönmeciliğe meyledemezsin, yüzün kızarır. Göz göre göre başkasının hakkını yiyemezsin, ayıptır.
Seviye diye bir şey vardır ve herkesi hicaba mecbur kılar. Hırs ve rekabet ne kadar coşkulu olsa da insana bir sınır koyar. Durman gereken yeri gösterir.
Liyakat, ehliyet, adalet ve hakka riayet kaybolmuşsa evvela seviye çizgisi silinmiş demektir. Kimsenin kimseden utanmadığı, her yalanın mübah, her yolun meşru ve maksada matuf her faaliyetin hak bellendiği bir yere mahkum olunmuş demektir.
Ne yazık ki o saymakla bitmeyen bütün vasıflarımıza rağmen geldiğimiz nokta da burasıdır.
Dün alkışladığını bugün yuhalayan, dün baş tacı ettiğini bugün ayaklar altına alan, dün inandığını bugün inkar eden zihniyet o seviyenin mahsulüdür.
Kötülük denilen şey bu düşük seviyenin, zayıf karakterin açtığı yolda koşar adım ilerlemektedir. Madem kimsenin kimseden utanması yok, madem bilime hürmet lüzumsuz, madem adalet sadece kendine yararsa lazım ve madem yalan söylemekte sakınca yok; o zaman daha kötü olmaya mani nedir? Hal böyleyken, daha fazla seviyesizlik, daha çok kalitesizlik ve en nihayet herkesi bu çürümeye ortak etmekte de beis yoktur.
Seviye düştükçe makul siner. Ölümü gördüğü için sıtmaya razı olur. Daha azıyla yetinmeye önce boyun eğer sonra da nefes alabildiği için memnun olur. Bilgi, görgü, gelenek ve hafıza giderek silinir, geriye bugüne de şükür dedirten bir acziyet kalır. Hiç olmazsa eldekinden olmamaya razı olan çaresiz bir yetinme hali zihinlere oturur.
O vakit hakkaniyet duygusu zayıflar, silikleşir ve en nihayet kaybolur. Hakikatin ne olduğu unutulur yerine vaktin geçerli akçesi ikame olur. En ağır yaftalar en basit münakaşada kolaylıkla söylenir hale gelir. Hain olmak yahut vatanperverlikle taltif edilmek; o kadar kolay kazanılır ki düşen de şaşar yükselen de. Yan bakan işbirlikçi olur, hayran bakan makbul… Bugünün makbulü de yarının maktulü olmamak için var gücüyle seviyeyi biraz daha aşağıya çeker. Seviye artacak olursa apoletler dökülecektir, bunu bilir.
Bilmem söylemeye hacet var mı? Daha büyük ekonomiyi, daha yüksek binaları, daha fazla parayı, daha geniş arazileri kazanmak da kaybetmek de mümkündür. Tarih, zaman, şartlar o imkanı yolun bir yerinde her toplumun ayağına getirir. Lakin kaybolan seviyeyi, yitip giden kaliteyi, eriyen hakkaniyet duygusunu kazanmak çok zordur. Çok meşakkatlidir ve belki de imkansızdır.
Kaybına mani olmayla mecalimiz yetmese bile kaybettiğimizi bilelim hiç olmazsa…