Siyaset farklılıklara saygı duymak istiyorsa bu yolda başlangıç yapmak için her zaman uygundur ama en verimsiz zaman seçim atmosferidir. Seçime giderken bir liderin, bir partinin, bir ittifakın; mesela iktidarın söze "Hep birlikte… Kardeşçe… El ele…" diye başlaması yine de iyidir ama insana “Daha önceleri neredeydiniz” dedirtir. Her alanda; bilhassa ekonomide popülizm işe yarasa da seneler geçtikten sonra ve seçim sandığı görüldüğünde ortak duygu yakalamanın popülizmi sonuç almaz. Zira, herkese hitap eden sözlerle eş zamanlı olarak muhalefete, farklı olana, iktidar fikrine uzak ve rakip olana karşı sertlik devam eder. Ediyor nitekim… Hal böyle olunca mesaj yerine gitmez, gidemez.
Gelgelelim muhalefet için de aynı zorluk vardır. Altılı masa henüz Cumhur ittifakının “Türkiye Yüzyılı” belgesi gibi bir metinle toplumun önüne çıkmadı. Ancak, çıkacağı gün birlik beraberlik çağrısı yapacağını tahmin etmek zor değildir. Şimdiden söyleyelim, bilhassa ayrımcılık gören kesimlerin, mağdur olanların, AK Partili yıllar içinde baskı görenlerin ‘sadece’ iyi dilek ve temennilere kulak kabartmasını beklemek akıllı bir strateji olmaz. Helalleşme ve daha çok kesimle doğrudan temas gibi girişimler bazı mesafeleri kısalttı ama insanlara geleceğin bugünden daha iyi olacağını anlatmak ve onları ikna etmek için başı sonu, tarihi saati belli yol haritası içeren bir vizyon sunmak gerekir. “20 yılda bazı kesimler o kadar dışlandı ki bundan kötüsü olmaz” kabilinden bir mesajla yetinmek ne değişimi hissettirir ne de böyle bir bakış açısı vizyon yerine geçer.
Türkiye oraya vuruyor, buraya çarpıyor ama herkesin ihtiyaç duyduğu bir şeyi; ortak duyguyu, yani herkesin kendisini eşit hissettiği bir zemini yakalayamıyor. Bu kadar normal ve hatta basit bir hedef tutturulamıyor. Üstelik herkesin dilinden benzer sözler düşmezken.
Bariz ve güçlü bir sebebi var…
Çoğu kez iktidar olmasına rağmen onyıllar boyunca merkezde hak ettiği rolü bulamayan ve kamusal alanda kimlik dahil birçok özelliğiyle kabul görmeyen kitleler AK Parti döneminde makus talihini yendiğini düşünüyor. Bu yeni durumun sembolü başörtüsü hakkı gibi görünse de çok daha fazla alanda dindar kimliğin önce eşitlik ardından üstünlük kazanması gibi ciddi tezahürler bulunuyor. Eskinin, makbul vatandaş formu artık tümden değişmiştir. Ama tıpkı eskinin makbul vatandaşları nasıl merkez dışındaki kitlelere karşı duyarsızsa bugün de bir ölçüde tersi yaşanıyor. İktidar bu tablodan rahatsız olmuyor çünkü tabanını tahkim etmenin en kolay ve garantili yolunu kaybetmek istemiyor. İki kesimin ortak bir duyguda buluşması; en azından herkesin kendini iyi, eşit ve dışlanmamış hissetmesi için makul bir yol aramıyor. “Biz ve onlar ekseni” böyle oluştu, güçlendi ve şimdi ülkenin en temel sorunu haline geldi.
Muhafazakar/dindar kesimlerin devlet nazarında onyıllar süren ve 28 Şubat’ta zirveye çıkan mağduriyeti bugün tersine ama benzer politikalar sayesinde kitle değiştirdi. Kendisini -genel olarak- laik olarak tanımlayan kesimlerin duygu kaybı böyle oluştu. Kürt meselesi de yeni nesillerin ülkenin geleceğine dair kaybedilen umutları da bu başlık altındadır.
Dolayısıyla, iktidarın birlik/beraberlik mesajlarındaki ikna problemi tabiatı gereği muhalefet için de geçerlidir. İktidar değişimi ihtimali ve hedefi bir tür “kavimler göçü” duygusu üretmemeli. “Eskisi tamamen gidiyor, yenisi tamamen geliyor” hissi, Cumhuriyet’in 100. yılına gün sayan Türkiye’nin bir yüz yıl daha aynı sorunla yaşamasına yol açar. En büyük hedef ve tabiatıyla başarı, muhafazakar ya da laik, Türk ya da Kürt herkesi ortak güven ve ortak gelecek duygusunda buluşturabilmektir. İktidarın bazı alanlarda sergilediği ayrımcılık, bu dönemde kazanılmış ve ‘hak edilmiş’ hakları sorgulatmamalıdır. Hatta o hakları samimi olarak içselleştirme çabası gereklidir.
Değişim demek başka hiçbir kritere bakmadan sosyal hayatta, kamuda, işte, eğitimde vs. bir kesimin, bir kadronun, bir normun yerine yeni kesim, yeni kadro ve yeni norm transferi değildir. Yani sosyo-politik bir kavimler göçü değildir… Değişim, fikri, dini inancı, etnik kökeni, dünya görüşü ne olursa olsun herkesin her alanda eşit olduğu duygusunu bir daha değişmemek üzere tesis edebilmektir.
Bu yüzden zordur, ama kıymetlidir.