Kanal İstanbul, bir kanal projesi veya bir yatırım olmaktan çıktı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu arasında malzemesi tükenmez bir tartışma, münazara, polemik ve hatta rekabet konusu haline geldi. Bundan sonra konuya dair göreceklerimiz, duyacaklarımız bu bahis çerçevesinde olacaktır. İmamoğlu, “Ya kanal ya İstanbul” diyor, Erdoğan ise birçok cümlesine ilaveten dün, “Kanal, o şahsın konusu değil” diyerek yoluna devam etti.
Bilindiği gibi, “o şahıs” sözü üzerine alınmadan itirazına devam ediyor. İktidar ne kadar aceleci ise, İmamoğlu da o kadar dirençli.
Niye böyle bir gerilim olduğu açıktır… İki taraf için de mesele, projenin bir yatırım olarak fizibilitesiyle ilgili değildir. Tabloyu kanalın destekçileri ve karşıtlarının siyasi olarak tekabül ettiği siyasi güce bağlı okumak gerekiyor. Öteden beri kanalı vadetmekle birlikte Cumhurbaşkanı’nın şimdi birdenbire hızlanmasının nedeni, Belediye Başkanı’nın itirazlarının bir siyasi meydan okumaya dönüşmesidir. Bu sayede ÇED raporu alelacele hazırlandı, askıya çıktı ve onaylandı. Bu sayede hükümet sözcüleri art arda kanalın gerekliliğini anlatmaya başladı. Yine bu sayede ilk kez kanala bu yıl içinde kazma vurulacağı ve 6-7 seneden tamamlanacağına dair kesin taaahütler ilan edildi. Erdoğan’ın siyasi tabiatı malum; herhangi birinin kendisine bir şeyi yapamayacağını söylemesi onu daha fazla motive eder, asla durdurmaz. Hele bu kişi, siyasi olarak canını fazlaca sıkmış olan Belediye Başkanı ise…
Kanalı yapmaya niyetlendiği için Erdoğan’ın popülaritesi ve desteği artıyor mu yahut itiraz ettiği için ibre İmamoğlu’ndan yana mı yükseliyor? Yani sürecin siyasi yönü Erdoğan ve İmamoğlu için nasıl gelişiyor; ikisi de hallerinden memnun mu bilemiyoruz.
Bildiğimiz bir şey var…
İstanbul açık, yakın ve aşikar bir deprem tehlikesiyle burun burunadır. Son kez, sadece bir hafta önce (4.7 ile) ve bilhassa da 26 Eylül’de (5.7 ile) sarsıldığından bunu hatırladık. Hatırladık ama unuttuk, titredik ama kendimize gelmedik. Ne kadar unutsak ve yok saysak da bu şehir koşar adım bir deprem felaketine ilerliyor. Deprem şehri olmak demek; 20 yıldır ihmal edilen depreme dayanıksız binaları dayanıklı hale getirmek, betonlaştırılan toplanma alanları yerine yeni lojistik merkezler açmak ve en nihayet bütün bunlar için kaynak bulmak, proje hazırlamak ve problemi ciddiye almak demektir. Depremle ilgimiz yokmuş gibi davranmak ve eskiden nasıl para harcıyorsak, nasıl inşaat yapıyorsak, nasıl bina dikiyorsak yine öyle devam etmek değildir. Ülkenin herhangi bir proje için kaynak yaratması gerekiyorsa tercihini önce insanlarının yaşaması için kullanması zarureti vardır.
Kanalı istediğimiz zaman, sağlıklı ve bilimsel bir tartışma ortamının ardından yine yapabiliriz. Bunda sakınca yok. Ölçer, biçer, tartar, ihtiyacına göre 8 değil gerekirse 18 köprü de yaparız. Ama şehrin bir tarafını depreme mağlup olduğu felaket senaryosunda karşısında kanal inşaatını izlemeye mecbur bırakmamak kaydıyla... Öncelik, 20 yıllık ihmali telafi ederek İstanbul’u acilen mukadder depreme hazırlamaktadır. Kanal İstanbul’u çok isteyen Erdoğan’ın da hiç istemeyen İmamoğlu’nun da önceliği budur.