Fırat’ın doğusunda kalan Suriye topraklarında dün fiilen başlayan devriye faaliyeti belki yetersiz ama sembolik bile olsa önemli bir adımdır. Uzun uzun anlatmaya gerek yok, bu derin bölgede Türkiye’nin kaygılarının tamamı yatmaktadır. İç savaşın sonunda böylesine büyük ve kalıcı bir güvenlik riski oluşturacağı belliydi ama YPG/PYD’nin Pentagon nezdinde IŞİD’le mücadele sayesinde kazandığı kredi ve saha hakimiyeti, problemi neredeyse başedilemez hale getirdi. Geç kalınmış ve dolayısıyla artık ideal çözümün imkansız olduğu bir noktaya varılmış olsa da zararın neresinden dönülebileceğine bakıyoruz. Durumuz budur.
“Geç kalınmış” parantezi içine şunu da koyalım da ileride çok konuşulacak bir faktörü ıskalamayalım. Türkiye’nin bir kez daha bir Kürt meselesinde erken davranma kaabiliyeti gösteremediğini; yani, bölgedeki Kürtleri himaye etmek veya bir yolla onların sempatisini kazanmayı beceremediğini belirtelim. Şimdi önümüzde büyük ve kalıcı bir problem olarak büyüyen meselenin en kolay çözüm yolunu böylelikle ıskalamış bulunuyoruz. Bundan sonra, ya ABD ile diplomatik oyun oynayarak ya da son zamanlarda sık tekrarlandığı gibi “Kendi göbeğimiz kendimiz keserek” askeri yollarla bu sorunu yöneteceğiz.
Ortak devriye başlamış olsa da bunun Ankara için güvenilir bir mekanizma olmadığı ve en başta bizim hedeflediğimiz sonuçla ABD’nin düşündüğü arasında kapanmaz bir uçurum olduğu aşikardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Müttefikimiz (ABD) bizim için değil terör örgütü için güvenli bölge istiyor” sözü de bunun açık ifadesidir. Türkiye, halihazırda Suriye sınırı boyunca neredeyse devletleşmiş bir örgüt olan PYD’nin tasfiyesini bekliyor. İlaveten, içeride 3.5 milyonu aşkın göçmenin ilk elde bir milyonunun sonra da geri kalanının bu hat boyunca iskan edilmesini istiyor. Bütün bunları da aceleyle ve bir an önce yapmayı tasarlıyor. Acelenin bir göstergesi de eğer bu plan işlemezse sınırları açarak Türkiye’deki göçmen Suriyelilerin Avrupa’ya geçişine izin verileceği kartını masaya sürmektir. ABD ile pazarlık yaparken Avrupa’yı sıkıntıya sokacak bir resti ilan ediyoruz. Bunun anlamı, Yunanistan ve İtalya’dan başlayarak Almanya’ya kadar ulaşan haritada bütün başkentlerin ABD’ye baskı yaparak Ankara’nın taleplerini kabul etmesini sağlamaktır. Fikir gerçekten buysa ABD’nin ve bilhassa Trump’ın Avrupa’nın göçmen sıkıntısı yaşamasını pek umursamayacağını hesaba katmamız gerekir. Washington, Suriye’de kurduğunu düşündüğü dengeden memnun ve bunu bozmak için masayı devirmek gibi bir mesaiye tevessül edebilir mi? Zayıf bir ihtimal…
Öte yandan, kapıları açmak politikası ne kadar uygulanabilir? İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, kapılar açıldığında ve göçmenler için Avrupa’ya geçiş kolaylaştığında Suriye’den daha büyük göç dalgası gelebileceğini söylemişti. Özetle, biz kapıları açarız Avrupa da sıkı sıkıya kapatır ve sonuçta daha büyük bir Suriyeli göçmen nüfusu kaçınılmaz olabilir. Kapıları açmak senaryosu kulağa hoş gelse de kolay değil, hatta uygulaması imkansıza yakın bir yöntemdir.
Türkiye bu noktada ABD ile sınır devriyesini titizlikte sürdürmelidir. YPG riski bu yolla çözülemeyecek olsa bile çözümün imkansızlığını göstermek adına bu aşamanın geçilmesi gerekiyor. Süreci böyle yönetip doğrudan askeri güç kullanmak seçeneğini her an devreye girecek bir enstrüman olarak göstermek hakkı vardır. Zaten, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere bütün yetkililer bunu ifade etmekten geri durmuyor.
Şimdiden sonra atılacak ve atılmayacak her adımın kaybedilmiş fırsatlar gölgesinde yaşanacağını, kolay olmayacağını bilelim. Bilelim de sahadaki kaybın üzerine bir de sinir harbinin kaybedeni olmayalım.