İster kapalı, ister serbest piyasa ister de tamamen liberal olsun bir ekonominin yaşayabilmesi, gelişebilmesi ve itibar görebilmesi için açık ve şeffaf olması şarttır. Yerli ve yabancı yatırımcının bir parçası olmayı düşündüğü piyasayı tanıması, genel olarak ekonomiyi ölçebilir olması ve kararların nasıl alındığını bilmesi gerekir. Kanunlar başta olmak üzere bütün mevzuatın sürprizlere açık olmaması, maç başladıktan sonra oyunun kurallarının değişmemesi; yani öngörülebilir olmak zarureti vardır.
Lafı uzatmadan söyleyelim, Türkiye bugün böyle bir görüntü vermiyor. Aksine, hem karar süreçleri belirsizdir hem de ekonomi hakkında genel bir fikir verecek rakamlar üzerinde şüphe vardır. Bırakın yabancı yatırımcıları, yerli yatırımcı için bile tahmin edilemez bir yatırım ortamının içindeyiz. Böyle olduğu için de salgına rağmen dünyada demirlemek için liman arayan finansmanı ülkeye çekemiyoruz. Doğrudan yabancı yatırım miktarı bizim çapımızdaki bir ekonominin sıradan performansının bile çok altında seyrediyor. Yakın zamana kadar yıldız olarak görülen Türkiye artık merak bile edilmiyor.
Sadece rakamların çelişkisi ve tutarsızlığını yaşamıyoruz. Bir yandan içinde bolca “yerli-milli” geçen cümleler, öte yandan uluslararası finans çevrelerinden swap dahil her türlü kolaylığı talep eden halin çelişkisi gizlenemiyor. Dünyada borçlanmaya en büyük faizi ödeyen birkaç ekonomiden biri haline gelmemiz, bırakın sıkıntılı zamanları ekonomiyi kısa süre önceki küresel bollukta dahi sahili selamete çıkaramamış olmamız büyük bir sorunumuz olduğunu adeta haykırıyor. Ne kapalı ekonomi ne de serbest piyasa; her saat duruma göre kuralları değişen bir sistemin kaçınılmaz maliyetini ödüyoruz. Bugün 9 bin doların altında seyreden kişi başına milli gelir, sadece son dört-beş yılda işler rutin seyretmiş olsaydı 15 bin doların üzerinde olabilirdi. Kaybımız büyüktür ve görünen o ki daha da büyüyecektir.
Görünen o ki diyoruz çünkü enflasyon, işsizlik, Merkez Bankası rezervleri gibi ekonomiye dair bilinmesi en kolay rakamların doğrusu bile artık birkaç güvenilir uzmanın çalışmaları sayesinde öğrenilebiliyor. Açıklananla gerçek arasındaki makas da her rakamla biraz daha açılıyor. İçeride şüpheyle bakılan rakamlara, içeride güven duyulmayan ekonomiye dışarıda kim güvenir, varın düşünün?
Türkiye’nin üretim ekonomisine geçmek, rekabetçi alanlara yatırım yapmak, yatırım ortamını iyileştirmek gibi müzmin ama geleceği kurtarmak için olmazsa olmaz önemde hedefleri vardı. Bunları geçelim artık… Geçelim geçmesine ama hiç olmazsa mevcut sistemi rehabilite eden, mevcut imkanlarla ekonomiyi öngörülebilir kılan bir sükuneti ıskalamayalım.
Genç ve işsiz büyük bir nüfusumuz var. Erken emekli ettiğimiz insanlarımızla büyük bir emekli maaşı gerçeğimiz var. Birbirinden farklı modellerle geçinmek için sadece devletin eline bakan milyonlarca yarı-işsiz insanımız var. Çalışanla çalışmayan arasındaki refahın neredeyse eşitlendiği büyük bir ortak küme var. Üstüne üstlük dünyaya kapıları neredeyse kapatmış bir hukuk ve ekonomi sistemimiz var. Akıp giden yıllar, geri döndürülemeyecek zaman ve biz geri giderken koşar adım büyüyen bizimle aynı grupta ülkeler var.
Toparlanmak için başka ne olması lazım?
Zaten büyük bir kriz yaşarken içine düştüğümüz salgın şimdi yeniden atak yapma eğilim gösterirken, gerçekle yüzleşmenin ve ayaklarını yere basmanın zamanıdır. Kendi kendimize hava atmayı bırakalım artık. Bu kadar yeter… Daha geç olmadan, daha büyük maliyet ödemeden, daha çok fırsat kaçırmadan; adı hangi sloganla anılırsa anılsın sorun değil ama rotayı, işleyişi rasyonel kurallara tabi bir ekonomiye kıralım.