İktidarın muhalefete karşı tavrında, tutumunda ve elbette antipatisinde tansiyon yakın tarihte hiç düşmedi, bilakis artarak devam etti. Bugün artık, bilhassa CHP olmak üzere muhalefetin her hareketi gözlem altında ve çoğu kez bir politik yanlış olması dahi gerekmeden en sert muameleyi görüyor. Bu yaklaşımın temel sebebinin, iktidar için ötekileştirilmiş, karalanmış ve bazen terörle, bazen dış güçlerle irtibatlı olmakla itham edilen muhalefete ihtiyaç olduğunu biliyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerekirse kutuplaştırarak CHP’yi ve sırasıyla diğer partileri hedefe koyarak eskiden kendi tabanını şimdi de topyekün Cumhur İttifakı seçmenini dinamik tutma yolunu tercih ediyor. Ki, bilindiği gibi ittifakın diğer ortağı MHP de zaten bu bahiste Erdoğan’dan ileridedir.
Tercih edilmesi mümkün olmasa ve önerilmese de izlenmekte olan politikanın bir siyasi mücadele yöntemi olduğunu kabul edelim. Uzun süre işbaşında kalan iktidarların zaman içinde böyle yöntemlere müracaat ettikleri malum, bizim siyasi tarihimizde de örnekleri vardır. Ülkeye fayda sağlamaz ama umulur ki iktidarın işine yarar… Nitekim, kutuplaşmış, gergin siyasi ortamın aynı zamanda sosyolojik olumsuz etkilerini de yaşıyoruz. Mutsuz, umutsuz, şüpheci ve ortak faydaya aidiyetini kaybetmiş bir toplum haline gelmenin sebebi izlenen gerilim yoludur.
Artık her konu bir şüphe alanıdır. Koronavirüs aşısında izlenen sıra da öyle, herhangi bir makama yapılan atama da… Herkes, kendi siyasi dünyası dışında gelişen küçük/ büyük her vakada önce şüphe gözlüğünü takmayı ihtiyat haline getirmiştir. Çünkü zaten herkes şüphe altındadır. Şüphe ve güvensizlik arttıkça gerilim büyüyor ve iktidar ortakları için gerilimi artırmak beis mevzuu olmuyor. Bazı tartışmaların gözünün üzerinde kaşın var seviyesinde olması da bundandır.
Peki, gerilim bugün hala iktidar için faydalı bir yöntem mi? Yani bugüne kadar şöyle ya da böyle işe yaradığı düşünülen sert üslup, kızgın, sinirli ve doğal olarak ötekileştirici dil AK Parti ve MHP’ye kazandırmaya devam edebilir mi? Sözgelimi, Cumhurbaşkanı’nın en çok bütünleşme gereken salgınla mücadele konulu açıklamalarda bile sözü mutlaka muhalefete getirip yüklendikçe yüklenmesi iktidara oy kazandıran bir yöntem midir? Ya da eğitimde, dış politikada, ekonomide…
Öyle görünmüyor. Öncelikle AK Parti’nin 2019 yerel seçimlerinde büyükşehir belediyelerini kaybetmesinin sebebi bu yanlış tercih yüzündendir. Yöntem işe yarasaydı 25 yıl sonra İstanbul ve Ankara’yı kaybetmezdi. Zaten, seçimin ardından iktidarın da biraz çekingen de olsa yaptığı özeleştiriler de bunu anlatıyordu. Aynı anlayışla devam edilemeyeceği ve hal, hareket ve söylemlere mutlaka çeki düzen verilmesi gerektiği söyleniyordu. Özeleştirinin nefesi yetmedi ve Türkiye daha gergin bir atmosfere girdi. O güne kadar yapılan ne kadar yanlış varsa ısrarla devam etti, hala da ediyor.
Maksat iktidarda kalmak, oy tabanını korumak ise tutulan yolun isabetli olmadığı açıktır.
Bugün ekonomi 2019’dan daha kötü ve insanların zihninde yolsuzluk, yozlaşma, liyakatsizlik ve hukuksuzluk duygusu daha güçlü… İki sene önce işe yaramadığı ispatlanmış politikaların şimdi hiç faydası olamaz.
İktidar ve muhalefet tabanlarını belirli ölçüde tedirgin eden ve ülkenin tamamına zarar veren kutuplaştırıcı dil bugün artık seçim kazandırıcı bir unsur olmaktan çıkmıştır. Zaten çıkmıştı, daha da işe yaramaz hale geliyor. Böyle olduğu, Erdoğan’ın henüz ortada seçim işareti olmadan ittifakı genişletme girişimlerinden de bellidir. Oysa, aynı dili koruyup ittifakı matematik olarak büyütmek imkansızdır. Zira ittifak denilen enstrüman partilerin hareketlerinden çok seçmenin tercihleriyle anlam ifade etmektedir. Eşyanın tabiatına aykırı el sıkışmalar, seçmenin tabiatına uymadığı müddetçe netice asla değişmez.
Bilmem bunu görmek için artık vakit çok mu geç!