Seçmen bazen ince ayar yaparak bazen de yıkıp geçerek kanaatini yansıtır. Yakın-uzak siyasi tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. Bizatihi AK Parti’nin gelişi ve yükselişi bunun açık örneğidir. Bir başka partiye nasip olmadığı şekilde uzun iktidar döneminde birden fazla kez seçmenin verdiği şansa mazhar oldu. Gerekçesi ne olursa olsun AK Parti bunu başarmayı bildi. Art arda seçim kazanma serisi de bunun göstergesidir.
Bugün, henüz İstanbul seçimi dolayısıyla dosyası bağlanmamış yerel seçim sonrasını yaşıyoruz. Ama bu eksiklik seçmenin 31 Mart’ta verdiği mesajı değerlendirmeye mani değildir. Peki seçmen hangi mesajı verdi? Partilerin ve liderlerin açıklamalarından görülen o ki hemen hepsi durumdan memnun görünüyor. Büyükşehirleri kazanan CHP de, toplam belediye sayısında büyük üstünlüğü koruyan AK Parti de sonuçtan memnundur.
Mesajın ne olduğu önemlidir ama belirleyici olan bundan ne anlaşıldığıdır. Yerel seçim sandığının verdiği mesaj, içerdiği siyasi güç veya sandıktan yansıyan kanaatlere rağmen ülkenin gidişatını partilerin ne anladığı belirleyecektir. Bilhassa da iktidar partisinin ne anladığı…
Bu açıdan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ortaya attığı Türkiye ittifakı önerisi merak uyandırıcı bir girişimdi. Böyle olduğu için de AK Parti’nin hafta sonu yaptığı değerlendirme toplantısı ve o toplantıda Erdoğan’ın yapacağı konuşmalara yönelik beklenti de arttı.
Oradan yansıyan havayı özetleyecek olursak, Cumhurbaşkanı’nın ülke meselelerine ilişkin yaklaşımı; yani ekonomi ve dış politika eksenindeki icraat perspektifi Cumhur ittifakı çerçevesinde devam edecektir. Ekonomideki problemlerin kaynağı konusundaki görüşlerle, dış politikadaki tutumun aynı istikamette gideceği anlaşılıyor. O kadar ki, Erdoğan daha önce de sık sık dile getirdiği “Ya olacağız, ya öleceğiz” cümlesini de söyleyerek, yeni döneme ilişkin politikalarını geleneksel tutumuyla tam olarak bağlamış da oldu. İlaveten… Muhalefete ilişkin siyasi pozisyonunu değiştirmek şöyle dursun bir parça da sertleştirdi.
Cumhurbaşkanı’nın tavrı, hem bugüne kadar sürdürdüğü politikalarına olan güvenini göstermek hem de seçim sonrası partisinin içinden ve dışından yükselen eleştirilere yönelik defans olarak yorumlanabilir. Kendisini Beştepe’ye taşıyan ittifak sistemini genişletmek veya değiştirmek ve de beka temelli siyasi dilden vazgeçmek için bir gerekçe görmediği aşikardır. Hatta, eğer seçim YSK tarafından tekrarlatılacak olursa İstanbul’u yeniden kazanarak 31 Mart’ı politikalarına tam olarak onay seçimi haline getirip fotoğrafı tamamlamayı düşünüyor da olabilir.
Şurası açık ki yerel seçimin herkese başka şey söyleyen mesajı nasıl şekillenirse şekillensin, aslolan acil çözüm bekleyen meselelerin hala Erdoğan’ın omuzunda olduğu gerçeğidir. Birbiriyle bileşik kaplar gibi bağlantılı ekonomi, dış politika ve hukuk alanlarında problemler hala yerinde saymakta ve saydıkça da derinleşmektedir. Üstelik, bir kısmı ile yüzleşilmiş ve üzerine gidilmiş olmasına rağmen çözüme ulaşılamamıştır.
Erdoğan’ın politik yaklaşımı ne olursa olsun; ittifakın adı veya hacmi nasıl şekillenirse şekillensin veya sabit kalsın farketmez; aslolan bu büyük meselelerin üstesinden gelebilmektir. Önümüzde bulunan 4 yılı aşkın seçimsiz dönem elbette çözümler için büyük bir fırsat sunmaktadır ama gecikmeden ve problemler büyümeden gerçekçi adımlar atmak şartıyla. Yoksa o uzun süre imkan olmaktan çıkar eziyete dönüşür.