ABD Başkanı Trump, büyükelçiliklerinin Kudüs’e taşınması üzerine kendisini arayan liderler için şöyle konuştu:
“Krallardan, devlet başkanlarından, diktatörlerden telefon alıyordum. Arayıp ‘Bu konuda böyle hissettiğinizi bilmiyordum. Şey!.. Artık çok geç’ dedim.”
İslam dünyası, ABD Başkanı’nın arkadan böyle saygısızca konuşabileceği bir gücü temsil ediyor. Bu “keşke daha önce haberim olsaydı” dalgacılığı ile “Geri adım atmıyorum ne olacak?” saygısızlığı karışımı bir üsluba muhatap olan bir dünyanın parçasıyız.
Trump, kararın duyulması üzerine birçok liderin kendisine ulaşmaya çalıştığını ama telefonlara çıkmadığını da söyledi. Niye çıkmamış telefonlara? Anlatıyor:
“Zamanı geldiğinde ve insanlar bu konuda dedikoduları duymaya başladıklarında, bana yalvaran, bunu yapmamamızı isteyen dünyanın her tarafından, her liderden telefonlar yağıyordu. Haklı olarak ben de aramalarına asla cevap vermedim. Bunu yaptıktan sonra (Büyükelçiliği Kudüs’e taşıma kararı aldıktan sonra) onları geri aradım.”
Bu birkaç cümle İslam dünyasının küresel siyasetteki gücünü tartmaya yeter mi? Yeter. Yetmese bile Kudüs gibi en sembolik ve en önemli konuda ağırlık oluşturmayan bir güç başka hangi sahada işe yararsa yarasın, anlam ifade etmez.
ABD Başkanı, kendisini arayan hiçbir lideri ayırmadan arkalarından dedikodu yapacak kadar kendisini rahat hissediyor. Trump’un bilinen saygısız ve seviyesiz üslubuna bir pay ayırsak bile bu tablo İslam dünyasının ciddi bir bir ağırlık sorunu yaşadığını gösterir.
***
Ayrıca, Trump patavatsız olduğu için böyle açıktan konuşuyor. Başkaları da bilindiği gibi konuşmadan, dedikodu yapmadan aynı şeyleri tekrarlıyor.
Bu tablo en çok da İslam dünyası yıllardır Filistin davası güderken, neden hep Filistinlilerin kaybedip İsrail’in kazandığını gösterir. Lafla peynir gemisi yürümüyor çünkü.
Gelgelelim, niye böyle olduğuna… İslam dünyasını bu ve benzeri durumlarda içeriden eleştirmek; uyuşuklukla, becerisizlikle, samimiyetsiz olmakla suçlamak kolaydır. Bununla birlikte haklı bir eleştiridir de. Sebepleri saymakla bitmeyecek eksikler nedeniyle bu coğrafyadaki halledilemeyen kimi tarihi, kimi aktüel meseleler siyasal ve diplomatik alanlarda geri kalmışlığı kaçınılmaz kılıyor. Demokrasi ve hukuk eksikliği başta olmak üzere, sivil toplumun gelişmemesi, bilimsel ve teknolojik çalışmaların yetersizliği gibi arızalar İslam dünyasını Trump gibi çağdışı bir liderin gözünde bile değersiz kılıyor.
Yine de eleştiriyi bir kenara bırakıp fırsatlara bakalım. İslam ülkelerinin çoğunda zengin petrol yatakları bulunması gibi klasik anlatıyı da biraz unutalım. Artık biliyoruz ki petrol hem “kardeş ülkeler” arasındaki dayanışmayı zayıflatıyor hem de bu ülkeleri batı blokuyla ikili ilişki kurarak kendilerini emniyete almaya zorluyor.
***
Bir coğrafyanın güç kullanabilmesi için aralara petrol zengini ülkeler serpiştirilmesine gerek yoktur. Hem bu imkana sahip ülkeler için hem de topyekün İslam dünyasının ortak itibarı için öncelikle dünya sahnesinde söz sahibi olmak fikrinin gereğinin ve öneminin anlaşılması gerekir. Zengin ya da fakir bütün ülkeler bunun yaratacağı itibar, güç, güvenlik, refah ve prestijin kıymetini; yani katma değeri kavramak zorundadır.
Dünyanın anladığı dilden konuşmak, dünyanın gücendiği alanlarda yol yürüyerek ortak bir değer üretmek Trump gibilerin istiskaline karşı tutulacak tek yoldur. Gerisi yeni bir Kudüs felaketine kadar vakit öldürmektir.