Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun veda konuşması içerikli, seviyeli ve iç rahatlatıcıydı. Ne çok övündü ne de gereksiz tevazu gösterdi. Türkiye’nin en çalkantılı dönemlerinden birinde; sarsıcı, gergin bir parantezde sorumluluk alan bir liderin yapması gerekeni yaptı.
Böyle bir ortamda, bu şartlarda, başbakanlık tecrübesinin daha başlarında veda etmek zordur. Ama Davutoğlu başbakanlığı taşıdığı gibi vedayı, ayrılmayı, kendi ifadesiyle “makamı elinin tersiyle itmeyi” de ustalıkla taşıdı.
Davutoğlu geride her zaman iyi hatırlanacak, AK Parti yürüyüşü içinde de övgüyle anılacak bir döneme imza atmıştır. Partisini liyakatla yönetmiş, seçimlerden alnının akıyla çıkmış, gece gündüz işinin başında durmuş bir lider için veda kadar zor bir şey olmasa gerek. Ama, bunu kolaylaştırmayı bildi.
***
En başta söyleyelim ki bu konuşma geride fitne malzemesi bırakmaz. Yine de fitne meraklıları hariç tabii. Birçok başka tecrübeden biliyoruz ki onlar için çekilmek, görünmez olmak bile yetmiyor. Demek ki bu siyasi hareketin, bu davanın kaderinde günün birinde böyle bir belaya düçar olmak da varmış. Ama dert varsa çaresi de vardır. Dava insanları sağlam durursa, menfaat derdi taşımayanlar taviz vermezse bela ufalanıp yok olur gider.
Davutoğlu’nun vedasında bu sağlamlık ve tavizsizlik vardı.
Sözlerinde, cümlelerinde, mimiklerinde; Genel Başkanı, Başbakanı olduğu partinin tek bir oyunun bile kaybolmaması hassasiyetini gördüm. AK Parti’nin en büyük sermayesi bu hassasiyet olmuştur. Davutoğlu da bir kez daha şartlar ne olursa olsun bir oyu dahi kaybetmeme ahlakını ihya etmiştir.
Öte yandan, koltuktan inip sıraya oturmanın tahammülünü sahici ve samimi bir üslupla herkese hissettirdi. İsmi üzerinden hesap yapmanın imkansızlığını daha ilk günden ilan etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve ailesine dair ilan ettiği hukukun kıymeti büyüktür. Vefa kongresiyle gelmişti, şimdi de kongreyi beklemeden vefasını gösterdi.
***
Siyasi anlaşmazlık olur, görüş farkı olur, yöntem farkı mutlaka olur. Ama ne yazık ki siyaset mahallesinde en çok da dedikodu, vesvese, yanlış bilgi vesaire olur. Bir noktadan sonra gerçeğin ne olduğuna bakılmaz ve ilişkiler gelip giden lafların altında ezilir. Birçok vak’ada olup biten aslında bundan ibarettir. Ama bunu bile bile gidişatı durduramazsınız, buna kim inanır, dersiniz ama gerçek yerinden doğrulana kadar yalan şehri dolaşmış olur.
Şimdi artık bunun muhasebesini yapmak çok anlamlı değil ama malum, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bu iletişim problemi baştan beri oldu ve giderek büyüdü. Buna rağmen, Davutoğlu’nun olup bitenlerden dert yanmak yerine, sürecin kendisine biçtiği rolü olgunlukla kabul etmesi doğru olmuştur.
Bir lidere yakışan, kol kırılsa bile yen içinde kalmasını sağlamaktır, Hoca da bunu yapmıştır.