Başımıza kötü bir hal geldiğinde başkalarını suçlamak tabii bir reflekstir. Hakikat şu ki hayatta başkaları olmasa ne kötü ne de iyi haller yaşarız. İnsanlık tabiatı böyledir. Devletlerin tabiatı da böyledir. Ama hayat böyle bir akışın adı değildir. Uluslararası pazara girerseniz fırsatlar da olur riskler de. Ekonomiyi büyütmek, giderek artan nüfusa aynı oranda refah üretebilmek ve elbette güvenlik tesis edebilmek için dünyaya açılmak gerekir. Açılmak şöyle dursun, dünyanın parçası olmak kaçınılmazdır.
***
Mesela, Türkiye 2010’lara kadar Avrupa Birliği ile müzakere kapısı açan, evrensel demokratik kriterler konusunda rekabetçi ve içeride on yılların tabulaştırdığı sorunların üstesinden gelen bir ülke olarak bütün makro göstergelerini kat be kat büyütmeyi başardı.
O sayede, şimdi bazı yönleri kritik edilse de Ortadoğu siyaset ve ticaret pazarına girebildi. Avrupa ile müzakere eden, günün birinde birliğin parçası olabilecek bir Türkiye, bütün İslam ve Arap dünyasının gözünde de değer kazandı. AK Parti’nin geliştirdiği vizyon Ankara’nın diplomatik kapasitesini ve bütün problemli dosyalarda elini güçlendirdi.
O dönemde hem İslam dünyasından hem de Batı’dan aynı coşkulu takdirleri duymaktaydık. Bir gün yine o takdir seslerini işiteceksek yine ikisi birden olacaktır; biri susarken diğeri değil. Çünkü Türkiye’nin kıymetini artıran, bir yönüyle İslam dünyasının bir yönüyle Batı’nın parçası olabilmesidir. Hiçbir zaman da ikisinden birini tercihe zorlanmamak gibi önemli bir imtiyaza sahiptir.
***
Yakın zamana kadar Türkiye tahminlerin ötesinde yükselirken bugün içinde yaşadığımız ve şimdilerde ağır eleştiriler yönelttiğimiz dünya vardı. Aynı dünya…
Evet, Türkiye Gezi Parkı gibi kötü bir tecrübe, 17/25 Aralık gibi sivil darbe süreçleri yaşadı. Dikkatimizin dağılması da hatayı başkalarında aramak da bir yere kadar anlaşılabilir şeylerdir. Ancak, 2023 hedefleri de, o hedeflere ulaşmak için yapılacak şey de ortadadır. Dünya ile daha çok ticaret, daha çok ortak dil ve daha çok ortak çıkar üretmek zorundayız.
Gelişmek ve büyümek isteyen bütün ülkeler gibi biz de hedef oluyoruz. Dünya siyaset ve ekonomi pazarı zorlu bir arenadır, piknik alanı değil. Herkes herkesin ayağına basar. Hatta bazıları, bugünlerde olduğu gibi terör örgütlerinin alanını genişletir ve sonra bir şey olmamış gibi başını çevirir yürür. Pazardan pay istiyorsanız, daha fazla milli gelir, daha fazla ihracat ve daha çok güvenlik talebiniz varsa bunu mutlaka daha iyi işleyen hukuk sistemi ve daha mütehammil bir demokrasiyle sağlayabilirsiniz.
***
Hal böyleyken, bütün dünya bize karşı birleşmiş ve karanlık odalarda sabah akşam bize kumpaslar kuruyorlar düşüncesine esir olmak en başta Türkiye’nin 14 yılda kazandıklarına haksızlık olur. Daha zor bir ortamda daha umutsuz bir tablodan ulaşılan nokta ortadayken şimdi herkes üzerimize çullanıyor diyerek umutsuzluk ve karamsarlık üretmenin de anlamı yok.
Dünyada halkının taleplerine dayanarak doğruları yapan bir ülkenin önünü nihayete kadar kesecek bir güç yok. Öyle olsaydı bugün hala 2002 şartlarını yaşıyor olurduk.
Etyen Mahçupyan’ın dünkü yazısı şöyle bitiyordu:
“Zaman efelenme ve hamaset zamanı değil. Net bir hamleyle ülkeyi doğru dürüst bir demokrasiye taşıyarak Kürt meselesini bu zemine yerleştirme ve buna koşut olarak küresel büyük aktörlerle müşterek bir gelecek tahayyülünde anlaşma zamanı.”
***
İlave ediyorum. Neyi nasıl yapacağımızı da biliyoruz; zira o yollardan geçtik. Büyük bir tecrübemiz ve benzersiz bir dinamizmimiz var. Dahası, başta Avrupa olmak üzere dünyanın Türkiye’ye, Türkiye’nin de dünyaya ihtiyacı var.