Üst perdeden sözler, her şeyin yolunda gittiğini anlatan; bilhassa ekonominin ve dış politikanın başarılarına dair konuşmalar daha fazla duyuluyor. Aynı şeyler, güçlü vurgularla tekrarlanıyor ve her tekrarın zemininde de aynı güçte bir vatan, tarih, din ve kahramanlık örgüsü hüküm sürüyor. Yetmeyince bir tekrar daha; insanların yüzüne yansıyan şüphe silinmedikçe bir daha…
Ekonomi iyi mi veya iyi yolda mı? Dış politika tercihleri Türkiye’yi güçlü, güvenli ve itibarlı bir ülke yaptım mı veya yapacak mı? Kim bu sorulara “evet” ve “evet” diyebilir ki? Bir “evet”i olan kaldı mı, kaldıysa eski “evet”ler kadar yüksek sesle söyleyebilir mi? Mümkün değil.
Türkiye’nin bir dizi derin ve derinleşmekte olan meselesinin en başında uzun süredir ekonomi duruyor. Hayat çok pahalı ve çalışanların gelir seviyesi bir yandan enflasyon, öte yandan geleneksel tasarruf aracına dönüşen döviz karşısında erimeye devam ediyor. Kişi başı gelirin 12 bin 500 Dolar seviyesinden 8 binin altına inmesi de bunu gösteriyor. Çoktandır kötü yönetilen ekonomi son olarak orta vadeli programda da görüldüğü gibi ülkenin önüne 10 yıl önce ulaşılan ve geçilen hedeflerden fazlasını koyamıyor. 2023 yerine 2013’ün hedeflenmiş olması zaten başka söze alan bırakmıyor.
Ekonomiyi anlatan rakamlar da epeydir güvenilir olmaktan çıkmış bulunuyor. Merkez Bankası’nın ekside olduğu besbelli rezervlerini ısrarla anlatmanın manası yok çünkü, henüz kaybolup giden 128 milyarın Dolar’ın hesabı verilemiyor. Rezervler de söylendiği gibi 117 milyar değil, eksi 40 milyarlarda seyrediyor. Gelin görün ki devletin açıkladığı herhangi bir rakama güvenme imkanı da bulunmuyor. En ağır hissedilen enflasyonun TÜİK tarafından açıklanan -son derece yüksek- yüzde 19, 25’lik rakamı bile sokağı, çarşıyı, pazarı, bakkalı, marketi inandıramıyor. Dün açıklanan işsizliğin yüzde 12 olduğuna kimsenin inanmadığı gibi…
Bariz bir memnuniyetsiz ve toplumdan gizlenmesi mümkün olmayan bir ekonomik gerileme dönemi yaşanıyor. Ne söylesen inandırıcı değil, hangi rakamı neresinden tutarsan ikna edemiyor.
Her şeyin yolunda gittiğini anlatmak adına tekrar üzerine tekrar konuşmak işleri toparlamaya yetmiyor. Türkiye bugün yakın tarihinin en yüksek işsizlik ve enflasyonunu yaşıyor, tarihinin en yüksek döviz mevduat oranına ulaşmış bulunuyor. Yani, üç kuruşu beş kuruşu olan da bol parası olan da tasarrufunu dövizde tutuyor. Ekonominin ne iyi olduğunu ne de iyiye gideceğini düşünüyor.
Kamuoyu araştırmalarında en büyük problemin her zamankinden daha çok ekonomide yoğunlaşması, kararsız seçmenin her zamankinden çok bugünlerde ortaya çıkması tesadüf değildir. Bu tablo, iktidarın ıskaladığı gerçeklerin doğurduğu kaçınılmaz bir sosyal gerçektir. Aynı araştırmalar güven ve moral kaybını da işaret diyor ki bu da başka bir acı gerçektir.
Tıpkı, üzerine düşülmeyen diğer temel sorunlar gibi; yani, hukuk, eğitim, Kürt meselesi, sistemin yapısal problemleri, şehirleşme, kültür gibi ekonomide de gerçekle yüzleşme bir seçenek olmaktan çıkmış bulunuyor. Gerçeğin yerine hamaset, kuralların yerine çarpıtma, gerekeni yapmak yerine daha fazla nutuk tercih edildiği için Türkiye bugününü ve yarınını aynı anda kaybediyor. İkisini birden kaybetmek şu demektir: Bugün geliri düşüren gerekçeler neyse yarına tesir edecektir ve biz kendi kendimize konuşurken yarın da fakirleşmeye devam edeceğiz.
Her sahada ama bilhassa ekonomide bugün yapılması gerekeni ihmal etmenin marjinal maliyeti yüksektir.