Söylendiği zaman kulaklara sıradan gelebilir ama bir devlet için en önemli kabiliyet güvenlik/özgürlük dengesini tutturabilmektir. Bunu temin edebilmek, hem güven içinde hem de demokratik özgür bir ortamda insanları yaşatmak çoğu kez kolay değildir. Değildir zira, temini için sokaktan kamu yönetimine kadar her alanda güçlü bir demokrasi duygusu gerekir. Sadece bu duygu değil aynı zamanda bir silsile içinde hukuk ve demokrasinin denetlenmesi ve sahiplenilmesi için mekanizmalara ihtiyaç vardır. Demokrasi tek başına devletin vizyonuna emanet edilemez, edilirse yıpranma ve aşınma kaçınılma olur. Toplumun sahiplenmesi mesela sadece 15 Temmuz gibi elim vak’alarda görüldüğü gibi canı pahasına yapılacak bir fedakarlıkla değil, sair zamanlarda da haklara hassasiyet göstermekte mümkün olur.
Öte yandan, özellikle Türkiye gibi terör problemine ilaveten devletin FETÖ gibi çeşitli gruplarca ele geçirilmesi riskine kadar bir dizi güvenlik önlemine ihtiyaç duyan bir devletin güvenlik/özgürlük dengesini tutturmakta sorun yaşaması kabul edilebilir olmamakla birlikte anlaşılabilir bir durumdur. Bozulan dengelerin onarılması için açık fikirli ve tartışma ortamına hürmetkar olmak kaydıyla…
Devletin, bir yandan vatandaşların terör başta olmak üzere, devlet içinde yapılanma ve gerçek anlamda güvenlik riski üreten unsurlardan korunması görevi vardır. Öte yandan da herkesin sistem nezdinde eşit hukuka tabi olması ve pratikte de fırsat eşitliğinin temini ihtiyacı vardır.
***
Başkanlık sistemine tam olarak geçişle birlikte; yani 24 Haziran sonrasından itibaren Türkiye’nin demokrasi ve hukuk zemininde büyük bir onarıma ihtiyacı olduğunu da bir gerçektir. Nitekim bu ihtiyaç yeni sistemin tasarımında öncü role ve şimdi de liderlik pozisyonuna sahip olan Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da defalarca dile getirilmişti. Yani beklenti de oluşmuştur. Demokrasi ve hukuk ihtiyacı herşeye sıfırdan başlamak, “Olanlar oldu önümüze bakalım” demek de değildir. Yani, Türkiye’nin PKK ve FETÖ sorununu ıskalayıp, bu problemin büyümesine müsaade edecek veya bazı unsurların avdetine yol açmak anlamı taşımaz. Bilakis, devletin güvenlik vazifesi icabı bu tedbirlerde ısrarcı olması da şarttır.
Ancak, sağlık çalışanlarının devlette ve özel sektörde çalışmalarına ağır kısıtlamamlar getiren kanun düzenlemesi buna bir örnek değildir. Haklarında mahkeme kararı olmayan kişilerin istihdam hakkını kısıtlamak devletin güvenlik tedbirindeki kararlılığını göstermez. Mahkeme kararıyla sabit olmasa bile bir doktor veya başka bir meslek insanı bir terör örgütüyle ilişkili olabilir evet ama bunu varsayım yerine açık delillerle karara bağlamak gerekir. Aksine tutum takınmak en çok aleyhte propagandaya malzeme verir. Ayrıca, zaman geçtikte sonra bu kez kamu yönetiminin her türlü ideolojiyi bahane gösterip bu imtiyazı sorumsuz kullanma ihtimaline yol açar.
İster kanun, ister uygulama, isterse sıradan bir mevzuat olsun önemli olan, bugün alınan kararların devamlılığı ve yarın değiştirilme zarureti duyulmayacak kalitede savunulabilir olmasıdır.
Dolayısıyla, mesele sadece son sağlık yasası değildir. Türkiye’nin genel olarak her siyasi düşünceden gayrımemnun ve sıratı asık kitleleri kazanma yolunda yaklaşımlar geliştirmesinin zamanıdır. Ekonomideki sıkıntılarla dış politikada yaşanan gelişmeler de bu ortak duyguyu yakalama ihtiyacını mecbur kılıyor. Hepsinden önemlisi bir demokrasi olmak bunu gerekli kılıyor.