Güçlü devlet havası vermek adına yapılan ne varsa Türkiye’yi daha güçsüz gösteriyor. Hatta, hak ettiğinden bile daha güçsüz… Dünyayı kendimizden ibaret sanmak, kimse bizde olup biteni bilmiyormuş gibi kendimize övgüler yağdırmak, kimsenin kabul etmediği ölçülerle büyüklükten dem vurmak manasızdır, küçüklüktür.
Büyük küçük veya güçlü zayıf farketmez; her devlet yangın, sel, deprem ve doğal afetlerde hızlı müdahale etmekle sorumludur. Felaket ortaya çıkmadan önlemek en başarılı hamledir. Bu mümkün değilse, ortaya çıktıktan sonra devletin hızla bastırması beklenir. Bunun için de varsa kendi imkanları ile yoksa da komşu ülkelerden veya dünyadan bulabileceği her türlü yardımla yangına ve afete müdahale eder. Devlet olmanın gereği ve sorumluluğu budur. Bilindiği gibi Türkiye, son orman yangınlarına hem hazırlıksız yakalanmıştır, hem de geliyorum diyen felakete kayıtsız kalmıştır. Hafta geçti, bugün hala bu kayıtsızlığın ceremesi çekilmektedir. Daha ilk günden hangi ülkenin gönderebileceği ne karar uçak ve hatta personel varsa talep edilmeliydi. Biz ise, yangınla mücadele yerine demeçlerle ve sosyal medya numaralarıyla ne kadar büyük devlet olduğumuzu anlatmakla vakit geçirdik. Laf tükenince, söz bitince de ilk gün yapmamız gerekeni bir hafta sonra yaparak dünyadan yardım istedik. Afra tafra günlerinde ne kadar orman kaybettik, neler kaybettik kim bilir!
Güçlü devlet, dostları olan devlettir. Güçlü devlet başına bir hal geldiğinde kendisiyle dayanışacak başka devletler bulabilen devlettir. Güçlü devlet ormanı yandığında bundan en az hasarla kurtulabilen devlettir. Güçlü devlet bir ağacını kurtarabilmek için bile bütün diplomatik imkanlarını seferber etmekten çekinmeyen devlettir. Güçlü devlet, başkaları kurtaracağına varsın ormanlarımız yansın demeyen, devlettir. Güçlü devlet, dünyanın gözü önünde olmaktan kaçınmayan; derdini paylaşan, dermanını arayan, dürüst, şeffaf ve komplekssiz devlettir.
Kabul edelim ki biz öyle bir devlet değiliz. Olmadığımızı göstermek için de hiçbir fırsatı kaçırmıyoruz. Güç adına, kudret adına doğal varlıklarımız tehlikeye atmakla kalmıyor, güya üzerine çok titrediğimiz ülkenin itibarını da düşürüyoruz.
Orman yangınları bu kez acı verici bir tecrübe olarak yüzümüze çarpmıştır. İdari sistemimizin, karar alma mekanizmalarının ve politik tercihlerin başarısızlığını apaçık ortaya koymuştur. Bu kadar acı tecrübesi olan bir ülkeye yakışmayan ne varsa gördük, görmeye devam ediyoruz. Üstüne bir de olmayan yangınla mücadele gücünü varmış gibi göstererek yangına körükle gidiyoruz.
Biz bize yetmiyoruz, zorlamanın manası nedir? Yetmek zorunda da değiliz, kompleks yapmanın alemi nedir?
Hukukta, demokraside, insan haklarında, kadın haklarında, ekonomide, sanatta, sporda, diplomaside olduğu gibi doğal afetlerde de Türkiye Türkiye’den ibaret değildir. Pek az mesele hariç hiçbir konu Türkiye’nin sadece kendi meselesi değildir. Dünya ile işbirliğinden, dayanışmadan çekinmek ve yüzleşmekten kaçınmak hem faydasız, hem de çağdışı kalmış bir davranıştır. Afet halleri sıradışı tecrübelerdir… Hiçbir ülke her konuda kendi kendine yetmez. Türkiye gibi ülkeler ise ekonomiden sağlığa, çevre problemlerinden teknolojiye kadar birçok alanda kendine yetmiyor. Bunu kabul etmemenin, gerçekle yüzleşmemenin Türkiye’ye çıkardığı faturalar ise giderek kabarıyor.
Yaşanan herşey dünyanın gözü önünde cereyan ederken kime afra yapıyoruz, kime tafra yapıyoruz? Bırakın dünyayı, kendimizi kandırabiliyor muyuz? Yanıp giden ormanları kandırabiliyor muyuz, peki?