Yanlışa yanlış demenin zor olduğu zamanlar olmuştu ama bir daha gördük. Hakikati söylemekten kaçınmak, çekinmek, korkmak devrini de yaşıyoruz.
Sadece çekinmek değil, doğru sözü söylemek isteyip yutkunma zamanlarını da.
Oysa Türkiye’nin suskunluğa, sessizliğe hiç ihtiyacı yoktu; evvelden görmemiş de değildi ama bu hal tekrar zuhur etti. Gerçeği örtmek, çarpıtmak, perdelemek, sulandırmak, sansür ve oto sansür…
Mesela…
Ekonomi kötü giderken yapılacak en büyük yanlış ekonomi iyi gidiyor demektir. Böyle yapmak kötülüğü derinleştirir, telafiyi zorlaştırır ve faturayı kabartır. En kötüsü de ekonomiyi yönetenler de gerçekten işlerin yolunda olduğunu zannederler.
Yahut içinde hukuk olmayan bir sistemi standardı yüksek bir demokrasi olarak tarif etmek… Eksik demokrasi hiçbir zaman demokrasi değildir oysa.
Fikrin özgürce hareket edemediği zeminde başka hiçbir hareketin katma değeri yoktur. Para, mal, sermaye, bilim, icat, patent, hukuk, eğitim… Hepsi sadece karın tokluğu için yapılır, dostlar alışverişte görürse görür, o kadar. Bugünü kaybedersiniz, gelecek ipotek altına girer, şimdi yarıştan düştüğünüz için faturayı gelecek nesiller öder. Başarmak için özgür düşünce, hukukun üstünlüğü ve bilimsel üretim zaruridir. Bu listedekileri ne kadar ihmal edersen et ihmal ettiğin kadarı mutlaka gelir seni bulur. Bugün eksik olan geride kalmaz, eksiği tamamlamadan asla ileri gidemezsin.
Türkiye’nin gelip saplandığı problem budur.
Çok iyi olabilecek, gelişebilecek, zenginleşebilecek ve gerçekten “Büyük Türkiye” olabilecek bir ülke potansiyeline baka baka küçülüyor. Herkesin bir bahaneyle dışlandığı, her fikrin bir öfkeyle susturulduğu, her yeniliğin tehdit listesine yazıldığı ülkenin kaderini yaşıyoruz.
Eleştirinin ve ifade hürriyetinin olmadığı hergün, bu ülkenin refah ve güvenliğinden ve de geleceğinden bir parça eksiliyor demektir. Eksildi de…
Milli gelirin 12 sene evveline dönmesi, dış ticaretin yerinde sayıp durması, ilk 500 üniversitede tabelasında T.C. yazan tek bir okul bulunmaması, hukuk listesinde sonlara, yolsuzlukta başlara demir atmak, fikir üzerinde bitmeyen baskının eseridir. Düşünemeyen, tartışamayan, konuşamayan ve en nihayet bilim, sanat, sermaye ve teknoloji üretemeyen bir toplum dünyada neyi kaybederse onu kaybediyoruz.
Ne yazık ki kimse bizi kıskanmıyor!
Ne yazık ki gelişmiş, gelişmemiş bir ülke için model değiliz!
Ne yazık ki senelerin kıymetini bilemedik…
Ne yazık ki kimse sistemimize, hukukumuza, yargımıza, eğitimimize güvenmiyor. Birbirimize yükselttiğimiz sesin tesiri, başka bir yerden duyulmuyor.
Aza razı olursak mesele yok, yetinirsek dert değil ama hak ettiğimizi düşündükçe yerimiz asla bu yer değil.
“Büyük” ve “güçlü” olabilecek bir ülkenin dünya liginde gerileyişini izlemek hüzün verici… Göz göre göre kaybedilen yılları düşünmek keder verici… İki kere ikinin dört ettiğini reddederek, hamaset ve slogan peşinde eriyen fırsatları düşünmek elem verici…