Yakın çevremiz, içinde bulunduğumuz coğrafya ve özellikle aktif yanardağ durumunda olan Suriye ve Irak dosyaları giderek daha yakın alaka istiyor. Bununla birlikte alaka ihtiyacı illa da fetih ruhunun depreşmesi veya kalem, kağıt, harita çizme şehvetine tekabül etmez. “Alalım düşmandan eski yerleri” dünyasında değiliz, bunu kabul edelim. Nedenini soranlar da biraz düşünürse yeterince sebep bulur. Nitekim sıkıcı ve soğuk gibi görünse de Suriye ve Irak’ta en baştan beri izlenen “toprak bütünlüğü” politikası boşuna değildir. İsabetlidir ve Türkiye’nin güvenliği için en gerekli ve elzem olan bu ülkelerin toprak bütünlüğü içinde kalabilmesidir. En iyi seçenek, iki komşunun toprak bütünlüğünün temin edilebilmesidir.
Ama gerçekler ve dahası yol almakta olan süreçler bu en iyi seçeneği fazlasıyla zorluyor. Zaman ve fırsat kaybolmadan bununla mücadele etmek gerekmektedir.
FIRAT’IN DOĞUSUNDA BÜYÜYEN RİSK
Suriye’de bir Kürt otonom bölgesi olması veya baba ve oğul Esad dönemlerinde vatandaş muamelesi bile görmeyen Kürtlerin orada kendi kendilerini idare edecek bir düzen kurmaları da Türkiye’yi rahatsız etmemelidir, etmez de. Ne var ki içeride 35 yılı aşkın bir süredir terörün her türlüsünü icra eden PKK’nın orada da faal olması; dahası ülkedeki legalitesi en yüksek muhalif güç pozisyonuna kavuşması gayet tabii ki rahatsız edicidir. YPG/PYD markası ile saha üstünlüğü kazanan PKK’nın kuşattığı alan toprak bütünlüğü prensibiyle çelişmektedir. Hele de içeride çözüm sürecini bozma pahasına hendek girişimleriyle Güneydoğu ile Kuzey Suriye’yi birleştirme politikası bir kere açığa çıkmışken…
Başbakan Yıldırım’ın “Gerekirse Fırat’ın doğusuna müdahale ederiz” demesi bu yüzden boşuna değildir. Özellikle Musul operasyonu başarıya ulaşır ve PYD’nin IŞİD’e karşı mücadeledeki önemi azalırsa müdahale ihtimali güçlenecektir. IŞİD tehlikesinin azaldığı bir statükoda ABD ve Avrupa’nın PYD’ye ilgisi azalacak ve Ankara’nın PYD’ye reaksiyon imkanı genişleyecektir.
Böyle bir tabloda Rusya’nın ise tavrı ne olur bilinmez? Sahip çıkmaya devam eder ve şimdi ABD’nin yaptığı gibi Ankara için sıkıntı kaynağı olur mu, yoksa umursamaz mı tahmin etmek kolay değil.
Bununla birlikte Fırat Kalkanı’nda ısrar ediyor olmak ve süreyi uzatmak Türkiye’nin gözünün oluşabilecek yeni statükoda olduğunu zaten
anlatıyor.
MUSUL DENKLEMİNDE OLMAK ARTIK ZARURET
Musul’un IŞİD’den temizlenmesi operasyonu bu açıdan sürecin çok önemli parçasıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Koalisyonda olacağız. Olmazsa B ve C planlarımız var” diyerek bu önemin altını çiziyor. Bir yandan da müttefiklere pozisyonumuzu bir kez daha hatırlatıyor. Belki istediğimiz kadar geniş olmayabilir ama bir formülle koalisyonda bulunmak mümkün olacaktır. Şehre askeri varlıkla girmeksizin hava harekatı ve askerlere alan açacak topçu ateşi gibi destek operasyonlarına ortak olmak gibi…
Esasen İran’ın, Rusya’nın Suriye’de dünyanın açık-gizli onayıyla at oynattığı bir ortamda Türkiye’ye “Musul’un etrafında da olsa görünme” demek akıl ve mantıkla bağdaşmaz.
Açıkça görülüyor ki Suriye’nin geleceği ile IŞİD’in Irak’tan tasfiyesi bölge üzerinde söz hakkı arayan ve Türkiye gibi güvenlik tesisi peşinde koşan ülkeler için bileşik kaplar gibidir. Birinde olup diğerinde olmamak nihai sonucu garanti etmiyor. Bir adım sonrasında, yani IŞİD’in bastırılmasını müteakip PKK ile aktif mücadele için de bu temponun kazanılması kaçınılmazdır. Fırat Kalkanı’nın tamamlanması veya kalıcı bir siyasi anlam ifade edebilmesi için Musul denkleminde belirleyici bir aktör olmak mecburiyettir. Aksi takdirde Ankara’nın bölge politikaları en basit ifadeyle caydırıcı olamaz.