İçinde ne olduğu, nasıl icra edileceği ve nereye varabileceği çok önemli meselemizin resmi adını koyamıyoruz ama Bahçeli’nin başlattığı süreç dolarak tanımlayabiliriz. MHP Lideri çıtayı olabilecek en yüksek yere koyduktan sonra ellerini kavuşturdu beklemeye başladı. Bir anlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Eğer bir çözüm niyetin varsa veya bir şekilde bu meselenin üstesinden gelmek istiyorsan benden yana problem yok. Hatta olabilecek bütün tepkileri de üstüme almaya hazırım” dedi. Öcalan’a Meclis’te konuşma yolunu açmak hatta onu affetmeye hazır olmak gerçekten de büyük bir kredidir. Bahçeli kapıyı ardına kadar açtı.
Hal böyleyken beklenen Erdoğan’ın bu kapıdan girmesiydi. Zira, daha önce açılım ve çözüm süreçlerinde deneyip başaramadığı bir şeyin önündeki “milliyetçi taban” barikatını Bahçeli elleriyle bir kenara çekti. Çözümün önünde yıllardır duran, aşılması en zor engel kolaylıkla ortadan kalktı.
Erdoğan ve Bahçeli iki ortak olduğuna göre, sık sık görüştüklerine göre ve birbirlerine toz kondurmadıklarına göre herkes, bunun önceden konuşulup, kararlaştırılmış bir politika veya yöntem olduğunu düşündü. Önce Bahçeli barikatları yıkacak, ardından da Erdoğan yürüyecek şeklinde özetlenebilecek bir mutabakat var zannedildi. Dışarıdan bakınca, böyle düşünmekte beis yoktu ve kamuoyundaki bu akıl yürütme yadırganamazdı ama işler başka türlü gelişti. Başka türlü de değil tam aksine.
Erdoğan, ortağı Bahçeli tarafından uzatılan açık çeki kullanmak yerine bildiği yöntemle devam etmeyi tercih etti. Muhtemelen, Öcalan’la ilgili öneriler kendisini ürküttü ve bununu seçmen nezdinde tepki toplama ihtimalini gördüğü için kayyum enstrümanını hızla devreye soktu. Kürt meselesini çözen değil, derinleştiren politikadan ayrılmadı.
Ve sonuçta anlaşıldı ki, iki lider bu konuyu ayrıntılı konuşmamışlar, genel olarak bir yumuşa atmosferi ihtiyacı üzerinde mutabık kalmışlar ama ikisinin bundan anladığı bambaşka şeylermiş.
Bu tablo bize ne anlatıyor?
Bir… Titiz bir planlama, hazırlık ve bütün detayları düşünen devlet ve siyaset aklının zannedildiği gibi bir şey olmadığını….
İki… İktidarın en üst kadrolarının tıkır tıkır işleyen bir mekanizmayla birbirlerine bağlı olmadığını…
Üç… En önemlisi de siyasetin ve devletin yapıp ettiklerine önem atfedilirken kullanılan “vardır bir hikmeti” lafının her durumu izah eden bir cümle olmadığını…
İki-üç haftada bunları yeniden anladık.
Gelgelelim iki lider arasındaki ilişkilerin geleceğine. Yani, bu meselede ayrı istikametlere bakmış olmaları ve hatta Erdoğan’ın Bahçeli’yi boşa düşürdüğü görüntüsüne rağmen iki lider ve iki partinin arasındaki mesafe açıldı mı? Hayır. Açılır mı? Hayır.
İktidar, büyük ya da küçük herhangi bir meseleyi çözemiyor diye, çözmek için yol bulamıyor diye ya da iki ortak çözümde ayrı taraflara düşüyor diye ittifak bozulmaz. Bozulacak olsaydı halen yaşamaya devam ettiğimiz birçok büyük problemin üstesinden gelemedikleri zaman bozulurdu. Problemlere çözüm bulmak belirleyici bir kriter asla değildir. Gerekçeler de kolaylıkla değişir. Mesela, çözüm için ileri sürülen bölgesel güvenlik krizi derinleştiği için iç cepheyi güçlü tutmak adına PKK’yı tehdit olmaktan çıkarmak analizi de unutulur gider. Kayyum atama kararları bu analizin geçersizliğini şimdiden ortaya koydu bile.
Yani, Cumhur İttifakı’nın devamı için bir risk yok.
İki lider, Türkiye’nin karşı karşıya kalabileceği en önemli tehdit ve problem olarak Cumhur İttifakı’nın iktidarı kaybetmesini görüyor. Hal böyleyken, iki partinin birbirine desteği, işbirliği ve koalisyonu hiçbir şartta bozulmayacak. İktidarın devamlılığı ülkenin meselelerini çözmekten daha mühim oldukça da bu böyle devam edecek.