Ekonomide makro rakamlar birbirinden tatsız sinyaller veriyor. İktidar için de herhangi bir konuda işlerin yolunda gittiğini gösterebilecek tablo yapmaya uygun zaman aralığı kalmadı. Artık AK Parti’nin 19 yıllık karnesinin ötesinde tatsız grafikler ortaya çıkıyor. Yani, Ak Parti makro rakamların bazılarında iktidarı aldığı dönemin gerisine düşmeye başladı.
Mesela, son 40 yılın döviz karşısındaki Lira değeri en düşük seviyededir. Reel efektif döviz kuru geçen ay 59,77 liraya kadar düştü. Üstelik, en yüksek seviyeyi de AK Parti döneminde 2012/2013 yıllarında 127 lirayla yakalamıştı. Türk lirasının Dolar ve Euro karşısında gerilediği kur seviyesini ise söylemeye gerek yok. Beraberinde acil ve zaruri dış borçlanma için ödenen faiz ve risk primlerindeki artışını.
Nispeten yüz güldüren ihracat artışı var ama ithalat da artıyor ve yabancı yatırım reel olarak eksiye düşmüş bulunuyor.
Yüksek faiz liginde dünya sıralamasında en başlardayız. Üretimin yerinde saydığı bir ortam sabit hale geldi ve Türkiye ekonomik faaliyetlerini sadece kur, faiz ve borsa fırsatlarına bağlamış, parası olanların avantaj yakaladığı bir finansal rant ekonomisine dönüştü. Böyle bir ekonomi düşük ücrete ve yüksek enflasyona mahkumdur. Zaten öyle… Yüksek ve artık resmi rakamları güven vermeyen enflasyon hattındayız. Çalışanların yarıya yakınının sadece asgari ücret alabildiği, üstteki grubun asgari ücrete yakın gelire sahip olduğu düzen standart hale geldi. Yani, yukarı çıkabilmek imkanı ve umudu neredeyse kalmadığı gibi alt sınıftan mutlak yoksulluk grubuna düşüşler başladı. Hatırlatalım. Mutlak yoksulluk grubu yine AK Parti’nin iktidarda olduğu 2012/2013’lü yıllarda bitmişti, şimdi yeniden oluşmaya başladı. Kişi başına gelir aynı dönemde 12 bin 500 Dolar’dı, şimdi ise 8 bin Dolar’ın altına indi.
En iyi rakamları 10 yıl öncesinde kalan ve oraya tekrar ulaşma imkanı kalmayan bir iktidar tablosu var. Bir iktidar kendi döneminin rakamlarının altına düşmeye başlamışsa, düşüş eğiliminden çıkış gösteren emareler de yoksa, ülke için alarm zili çalıyor demektir. Türkiye ekonomisi kötü yönetildi, zamanında atılması gereken adımlar ihmal edildi ve sayısız fırsat kaçırıldı. Kaçan fırsatlar Türkiye’nin sadece bugününden kaybettirmedi, aynı zamanda geleceğine yönelik marjinal maliyet üretti.
Bugün mesafe almak gerekirken gerilemek, geleceğin sektörlerinde pay sahibi olamamak, rekabet içinde olduğumuz ülkelerle yarışta geri kalmak ve üstüne borçla elde edilen kısıtlı kaynakları fizibilitesiz tercihlerle harcamak gibi benzersiz bir sarmal içindeyiz. Türkiye gibi hem kriz hem de krizden çıkış tecrübesi olan, bu yollarda çok bedele ödeyen bir ülkenin asla düşmemesi gereken bir duruma demir atmış bulunuyoruz. Elbette herşeye rağmen ülke batmıyor çünkü Türkiye böylesine kötü ekonomik tercihlere rağmen batmayacak kadar yüksek potansiyele sahip bir ülkedir. Ne var ki, problemin temeli de buradadır. Potansiyeli kullanamamak, daha azına razı olmak ve gelecek nesilleri de bugünkü yoksulluğa mecbur bırakmak… Bundan da daha büyük kayıp olamaz.
Kaybın en basit hesabı da şudur: 2023 yılında kişi başına gelir 25 bin dolar olacak, enflasyon yüzde 5’e inecek, ihracat 500 milyar Dolar’ı bulacaktı. Yani orta seviyede bir ülke haline gelebilecektik. Şimdi bu hedeflerden o kadar uzaklaştık ki 2071 için bile aynı rakamları telaffuz edebilen çıkmıyor. Aradaki para ve zaman farkı Türkiye’nin neler kaybettiğini gösterir.
İşler yolundan çıktığı için, gerçeklerden kopulduğu için ve sistem tamamen içine kapandığı için kaybedilen fırsatları hesaplayamıyoruz bile…